Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.

Atasözü

İlke olarak, konuşmada sertlik korkutmaya, yumuşaklık anlaşmaya yöneliktir. Ancak bu iki davranış biçimini ille de uzlaşı ya da buyurganlık belirtisi saymak doğru olmayabilir. Doğal niteliğiyle hiddet insanca bir duygunun da ürünü olabilir. Örneğin konuşanın amacını aşan böyle bir iletişim sonrasında özür dilemeyi bilmek bunun bir göstergesidir. Önemli olan hiddetin ruhsal bir bozukluğa mı, yoksa özel bir amaca mı dayandığıdır.

Örneğin çağdaş ruh bilimin öncüsü sayılan Freud, “psikanaliz” dediği “ruhçözüm” yöntemiyle, genel olarak insanların ruhsal sayrılığına tanı koymak için dilin kullanımına başvurmuş ve oldukça anlamlı sonuçlara ulaşmıştır.

Ayrıca, bilimsellikten çok, eski bir geleneğin ortaya koyduğu sözbilgisi (retorik) de “hitabet” yöntemleri arasında sesin kullanım biçimlerini bir dizi kurallara bağlamıştır: Sesin bilinçli biçimde kullanılmasındaki temel amaç, karşılıklı konuşma ya da kitlelere seslenişlerde, insanları etkilemek ve ikna etmektir. Aynı kurallar eski Yunan Tragedya sanatında olduğu gibi, toplum önderlerinin kitlelere sesleniş yöntemlerine de katkı sağlamıştır. Sözbilgisi kuralları iletişim uygarlığının ve özellikle söz sanatlarının gelişmesine esin kaynağı olmuştur.

Ama sesin kullanımı uygarlık dışı kabalıklarda da önemli yer tutar. Örneğin, korkutarak üstün gelmeyi amaçlayan bağrışmalı kavgalarda, insanları paylamada ve aşağılamada başvurulan ses zorbalıkları, ruh sağlığı uzmanlarının alanına girebilir.

İkinci Dünya Savaşı’nı konu alan nice sinema filmlerinde Hitler’in büyük kalabalıklar karşısında, sert devinimlerle, bağıra çağıra seslenişine yer verilirdi. Mussolini de, Franco da, Salazar da ondan geri kalmazdı belki, ama daha çok Hitler bu sertlik imgesiyle belleklere kazınmış, tarihe geçmiştir. Belki de insanlığa yapılan kötülüklerde en acımasız olanı oydu. Kuşkusuz bir de dünyayı Almanlaştırma çılgınlığı nedeniyle kazanmıştır bu ününü. Ama adları değişik de olsa (faşizm, nazizm, falanjizm, vb.), adı geçen buyurganların uyguladığı şiddetin amacı özünde aynıydı: Çılgın tasarılar peşinde toplumu sürüklemek. Dördü de, kitlelerin desteğini bu yolla sağlamıştı. Ama aynı kitleler buyurganlardan çektiklerini, ancak onlar devrildikten sonra anlamıştır.

Onların döneminde acımasızlık yüceltilmişti. Ülkelerinde yasaklanmış olsalar da, bıraktıkları kalıntılar bugün de etkinliklerini sürdürüyor. Örneğin, Almanya’da zaman zaman kanlı dişlerini gösteren Hitlerci Dazlakların şu savsözü (sloganı) Nazi kültürünü çağrıştırır nitelikteydi: “Biz bebekleri çok seviyoruz, çünkü onları parçalamak çok keyifli”! Faşistlerin ruhsal yapılarında acı vermek ve öldürmek bir kazanımdır. Yığınlarca kitlelerin yakılarak onlardan sabun elde edilmesi başka türlü açıklanabilir mi?

Bütün bunlar, insanların kafasında düşman yaratan, içlerini nefretle dolduran, acıma duygularını yok eden bir şiddet söyleminin düzenli olarak yinelenmesinin ürünüdür. Ayrıca Hitler ve çevresi Almanya’nın geliştirdiği üstün bilim ve sanayi olanaklarını son sınırına değin kullanmıştır: Ama insandan yana değil; insana karşı…

Amaçlı şiddet söylemi, bilinç dışı anlık bir hiddetin değil, tam tersine bilinçli bir tasarının ürünüdür. Öyle ki bir buyurgan sesini ne denli yükseltirse, yandaşlarınca o denli haklı gibi algılanır: Hangi yöntemle olursa olsun, bunun gereğini yerine getirmek onlar için bir namus (!) borcudur.

Şiddet, toplumun bir kesiminde kültüre dönüşmüşse, bunun önüne geçmek hiç de kolay değildir. Şiddete şiddetle karşı koymak ise, bunu yapanların düzeyine düşürür insanı. Toplum önderleri bu işin duyarlılığını anlamalı ve öyle davranmalıdır diye düşünüyorum

Sonuç olarak, şiddet kullananlara aynı şiddetle yanıt yetiştirmek yerine, insandaki doğuştan gelen sağduyuyu uyandıracak bir ikna söylemi geliştirmenin daha etkili olacağı kanısındayım.