Okan Yüksel ağabeyle ne zaman birlikte olsak, bana on dakikada bir sorar: “Nereden buluyorsun bunları?” Tuhaf bir çekim yeteneğim var, tanışlar bilir. Sabahtan beri sessiz duran bir kahveye otursam, iki dakika sonra bir inşaat makinası ortalığı birbirine katar. Tam bir şeyler yazayım desem, üst kat komşumun çocukları rodeoya başlar. Bir kadeh rakı içmeye kalksam, her zaman Antarktika’ya benzeyen buzlukta bir kar kırıntısı bile bulamam. O derece! Okan Ağabeyin sorusu da, durduk yere gelip bulaşan, saçmasapan sorularla bunaltan, abuk sabuk mevzularla kafa ütüleyenlere dairdir. Onlar beni hep bulur! Yine buldu!
“Sen ve senin gibiler yüzünden içimiz kurum tuttu. Hep olumsuzluk, hep karamsarlık! Yazacak başka mevzunuz yok mu kardeşim! ”
İç geçirdim, Turgut Uyar’ın dediğince göğe baktım. Ama beni yakalamıştı. Bir dost meclisini onun yüzünden terk edemezdim. “Sence var mı?” demeye kalmadan, ardını getirdi.
“Yazıların da böyle, oyunların da! Konuşmanı dinlemeye gelsem, orada da aynı şeyler! Valla bak bu gidişle seni okumayacağım!”
“Ah canım kardeşim” dedim, “Şunca yıldır yalvar yakar biriktirdiğim okurlarımdan, kıymık bile heba edemem! Hele seni, asla kaybedemem!” Şaşkınlıkla yüzüme baktı. “Doğrudur” dedim, “Biz hasta tipleriz. Yalana abartı ekler, okurumuzu travmalara sokarız. Ama merak etme, bundan böyle senin istediğin gibi, gerçeği ve yalnızca gerçeği yazacağım. Senin için ve senin gibi düşünenler için…” Sonra? Sonrası da, aşağıdaki gibi geldi.
Haklısın, doğruları yazmak gerek. Örneğin Kemal Kılıçdaroğlu, adalet için değil, salına salına gezmek, spor ayakkabılarını denemek için yürüdü. Semih ile Nuriye var ya, zinhar ekmek parası ve iş kaygısı için değil, diyet ve detoks için yemiyor içmiyor, açlık grevini biz alçaklar uydurduk. “Çocuk Gelinler” var ya, o tam da bizim palavramızdır. Çünkü biz, gelin arabalarının önüne konan bebekleri “gelin”, odasına su getirmek için gelen çocuğun, yetmiş yaşındaki alçağın koynuna gireceğini sanacak kadar sapıklarız.
“Nasıl?” dedim, “Doğruları işitmek, bundan sonra istediğin gibi yazacağımızı öğrenmek hoşuna gidiyor mu?” Ağzını açmasına izin vermeden sürdürdüm.
Ethem, Ali İsmail, Berkin ve ötekiler, samimi bir itiraz, soluk almak için bir talep dillendirdikleri ya da ekmek almaya gittiği için öldürülmediler. Bonzai çekip, kurşunlara kafa atıp, atılan tekmelerle bedenlerine idman yaptırdılar. Biz manyak tipler olduğumuz için gerçeği hep saptırarak yazdık. Kumpas davaları yoktu, insanlar yıllarca Silivrilerde acı çekmedi, intihar etmedi, onurlarını sessiz çığlıklara dönüştürmedi canım kardeşim. Hepsi tatile çıkmıştı ve biz hainler tam tersini yazdık. Yobaz yurt evlerinde çocuklar, alevlere kurban gitmedi. Minibüslerde emekçi kızlar kadınlar, üstlerinden kapılar kilitlendiği için, çırpına çırpına ölmedi. O kızlar, naylon torbalara benzeyen saçmalıklar giyerek girdikleri denizde boğulurken, kurtarmaya çalışanlar, “Mahrem dokunamaz” diyen aşağılık tipler tarafından engellendiği için, ölmedi. Alayı “garden party” müdavimiydi. Maden ocaklarında kavrulduklarından değil, saklambaç için yanlış yer seçtiklerinden “adet adet, tane tane” ve “çok güzel öldüler” o işçiler. Ama biz hepsini çarpıttık, saptırdık, “fıtratsız” rezillerdik çünkü.
“İyi mi?” dedim, “Bundan böyle, işte tam da bu minvalde yazacak, bu mealde soğutacağım yüreklerinizi!” Bir şeyler gevelemeye çalıştı, “Dur” dedim, “Daha bitmedi!”
Bak mesela, yobaz çeteler arası fraksiyon ve çıkar çatışması yüzünden değildir FETÖ denen alçakların kalkıştığı darbe. Bizden başka kimse onları desteklemedi, ağlak mağdur vuslat nutukları çekmedi. Biz göz yumup, örümcek ağı gibi çağdaş, demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti’ne bela kesilmelerine olanak tanıdık. Ah ne alçaklarız ki, bunların ve nicesinin tersini yazıp içinizi kararttık. Yolsuzluk, hırsızlık, ruhsuzluk, cehalet, çarpıtma hep bizim eserimizdir. Söz, bundan böyle her yazımda mehteran işitecek, her kelamımda buhurdan koklayacaksın…
Baktım, kalkmış gidiyor. Arkasından seslendim, “Okurum gitme, daha Yeni Türkiye’den söz edecektim!”