Selfie için can feda!
Sorun, işin çılgınlık noktasına gelmesi.
Sorun, insanların en süper selfie'yi çekmek için kendini paralaması.
Sorun, insanların en çok “like” alacak selfie için başkalarını da paralaması.
* * *
Geçen ay hem sosyal medyada hem de basında çıkan haberlerde “yunus rezaleti”ni görmüşsünüzdür.
İlk rezillik Arjantin'de yaşanmıştı. Ben rezillik diyorum ama aslında yaşanan tam bir vahşet.
Buenos Aires'in tatil beldesi Santa Teresita'da turistler, selfie çekmek için yavru bir yunusu denizden çıkardı. Nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan “Franciscan” yunusu elden ele dolaştı. Kalabalık en “süper” selfie'yi çektirmek için birbiri ile yarıştı. Herkes sosyal medyada bu fotoğrafı paylaştıklarında kaç beğeni alacaklarının; kaç kişinin yavru bir yunusla “kara”da çekilmiş fotoğrafına yorum yapacağının hayalini kurmakla meşguldü. Bu arada yunus sıvı kaybından öldü.
Ama neyseki plajdaki herkes selfie'sini çekmişti. Sorun yoktu!
İkinci rezillik bu olaydan birkaç gün sonra bu kez Amerika'da yaşandı. Florida'da bir adam fotoğraf çektirmek için köpekbalığını kıyıya çıkardı. Zavallı hayvan kumsalda kıvranır, nefes almakta zorlanırken, o ve arkadaşları cep telefonlarıyla fotoğraf ve selfie çekti. O fotoğraflardaki “gerçek hayvan”ı bulmak, artık bu kişilerin sosyal medyadaki arkadaşlarına düşüyor.
Geçen hafta bu olayların bir başka versiyonuna rastladım. Olay Makendonya'da geçiyor. Ohrid Gölü'nde Bulgar asıllı turist bir kadın, kafayı bir kuğu ile selfie çektirmeye takmış. Kuğuyu kanadından öyle bir yakalıyor ki hayvan can havliyle avazı çıktığı kadar bağırıyor. Ama kadın durur mu? Sonuçta kaç kişi bir kuğu ile selfie çekebilmiştir şu dünyada! Bu şans kaçar mı ey selfie severler?
Kaçmaz tabii. Kuğu ne kadar bağırsa da sonunda kaderine razı oluyor. Kanatlarını kırarcasına kavrayan kadının kendisi ile işi bitince, bir süre belki şoktan hareketsiz kalıyor. Sonra boynu bükük göle geri dönüyor.
Kimbilir basına veya sosyal medyaya yansımayan daha kaç örnek vardır böyle. Bir şeyin de suyunu çıkartmasak diyorum. Bir şeyi de tadında bıraksak... Biraz “insan” olsak. Olmaz mı?