Hani atalarımız “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” diye boşuna söylememiş…

Mart ayında sıcaklara aldanılmaması, bu ayın ilkbahardan ziyade kışa yakın olduğu vurgulanmıştır. Bazen güneş görününce, havalar ısınıyor gibi olsa da, soğuk şiddetini azaltmaz; zor durumda kalan insanlar da evlerinde bulunan kazma-kürek saplarını bile yakarlarmış.

Dönelim kıssadan hisseye…

Önce içinde bulunduğumuz coğrafyada sınırlarımızda olup bitenler, yaşadığımız olaylar bize bu atasözünü çağrıştırmıyor mu?

Ortadoğu bataklığında çırpınan komşumuz Suriye’nin lideri Esad üçe ayırdığı topraklarının

üzerine adeta “satılık” tabelası asmışçasına Rusya ve Amerika’ya petrol karşılığı peşkeş çekmişe benzemiyor mu?

Esad rejim askerleri ile“kelepir avcıları Rusya ve ABD‘ye günümüzün modası olan “Yap-Savaş- İşlet- Devret” modeliyle (!) ülkesini pazarlamış olamaz mı?

Tam 10 yıldır Esad, ABD’den aldığı silahlar, Rusya’nın gönderdiği savaş uçakları ile rejim askerlerini kendi halkı üzerine göndererek milyonlarca insanı Türkiye sınırına gönderdiğini cümle alem biliyor. Bu masum insanların feryadına ve de çağırısına Türkiye sesiz kalmamış, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) sırası ile Barış Pınarı, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları düzenlemişti. Nitekim Kuzey Suriye toprakları içinde oluşturulan güvenli bölgeye akın eden masum Suriyeliler, Türkiye’deki kamplarda misafir edilmişti. Dünyanın buna seyirci kalması üzerine 9 gün önce de güvenlik çemberini yüzde 12’ye çıkartmak amacı ile de “Bahar Kalkanı” başlatmıştı.

Rejim askerleri Rusların arkalarını sıvazlaması ile 33 Türk askerini alçakça şehit edince işin

rengi de değişti. Kahraman askerlerimiz, şehitlerimizin kanını yerde bırakmamış 3 Rus yapımı

Suriye uçağını düşürmüş, önemli havaalanı, çok sayıdaki savaş silahlarını imha etmiş, yüzlerce

rejim askerini de etkisiz duruma getirmiştir…

ABD, “NATO’nun güvenilir dostu Türkiye’nin yanındayız” dereken, Rusya’nın Boğazlar’dan

savaş gemilerini sıcak bölgeye kaydırması da işin rengini değiştirmeye yetti. Türkiye Büyük Millet Meclisi Salı günü “kapalı oturum” yaptı. 10 yıl açıklanmamak üzere kararlar alındı. Lakin 24 saat sonra Meclis açık oturumu da tam bir savaş alanına döndü! Atılan tekme, yumruklar, savrulan küfürler, dosta-düşmana karşı hiç de hoş olmadı doğrusu…

İşte bu sisli- puslu ortamda Cumhurbaşkanı Erdoğan dün, Milli Savunma Bakanı Akar ve Dış-

işleri Bakanı Çavuşoğlu’nun da bulunduğu heyetle Moskova’nın yolunu tuttu, Putin’le masaya

oturdu. Olup bitenleri zaten dünya medyası ile birlikte öğrendik…

* * *

Bölgemiz ve ülkemizde yaşanan ve de adı konulmamış savaşın yanı sıra Çin'de ortaya çıkan

Korona Virüs dünyayı sarstı. Binlerce kişi öldü, binlercesi de ölümle pençeleşiyor. “Çin işi, Japon işi, bunu yapan iki kişi” tekerlemesindeki gibi, başta Çin olmak üzere ülkeler kapılarını dış dünyaya kapattı. Başta turizm olmak üzere piyasalar allak bullak oldu. Bölgemizde İzmir ve ilçelerinde esnaf adeta kan ağlıyor.

* * *

Ülkemizde bulunan 5 milyonu aşkın Suriyeli mültecilere sınır kapılarımızın açılması üzerine

Yunanistan’a geçebilmek için binlercesi Edirne’ye akın etti. Hele Yunan polisinin tampon bölgeden sınırı geçmek isteyen mültecilere uyguladığı şiddet yüreklerimizi dağladı. İki mülteci kurşunlandı. Çoluk çocuk, yaşlı ve hamile halâ “Gitmek mi zor, kalmak mı zor” hesabını yapıyor…

* * *

Dün Urla İskele’ de sevgili meslektaşlarım Mümin Sertbaş ve Işık Ersan’la “Savaş ve Barış” konularını masaya yatırdık. Hatta yarımadan Çeşme sahillerine “umuda koşan” sığınmacıların değişik hikayelerini dinledik. Bu arada Urla halkı, özellikle İskeleye giden ağaçlı yol ile Çeşmealtı’na giden yolda aylardır süren çalışmaların adeta bir “Çin işkencesi” ne dönüştüğünü söyledi. Dolayısı ile Adres Kavşağı'ndan İskele’ye giden otobüslerin de çalışmayışı ise vatandaşın tepkilerine yol açmış vaziyette. Belediye başkanının hapse girmesi üzerine kayyumla idare edilen Urla’ya ilçe sakinleri İzmir Büyükşehir Başkanı Tunç Soyer’in daha fazla sahiplenmesini istiyor.

Evet, ben de dünyanın gidişatına uygun olarak “Yap ortaya karışık” türünde ve de kulağımı Moskova’ya dayalı olarak bu yazıya noktayı koyuyorum.