Şairin yaşamında devinim, savaşım, direnç, sezgi, duygudaşlık, üretkenlik vardır.

Şair bir başka anlatır umudu, barışı, sevgiyi, sevdayı, aşkı, baharı, çiçekleri, kuşları, insan hallerini…

Şiirde incelikli gülümsemeler oluşturan, dilin gizli olanaklarıyla özgürleşen, sözcüklerle oynayan, “gülün tam ortasında ağlayan”, görkemli bir biçimde, şaşkınlığın kıvraklığıyla “ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene yaratan” da şairdir. Ki o Cemal Süreya’dır.

İmge’nin gücünü dengeli, sevimli, akıllı kullanan bir şaire ne yapılır; elbette şapka çıkartılır!

Ölüm karşısında hepimiz bildik sözleri ederiz; ama şair tutar “her ölüm erken ölümdür” der, yetmez, tutar şu sözleri de söyler: “Ama, ayrıca, aldığın şu hayat / Fena değildir... / Üstü kalsın...”

Cemal Süreya da erken ölümlüdür; 1931’den 1990’a sığan 59 yıllık bir dünya yaşamıyla yetinir! Ölüm onu ölümsüzlüğe taşır. Çünkü “hayat kısa / kuşlar uçuyor” hâlâ… Evet, yarın onun 30. ölüm yıldönümü.

İkinci Yeni içinde söylemi, ses rengi, aşkları, sıradışılığı olan bir şair Cemal Süreya. “İçinde taşkın bir ırmak” taşıyan şiir emekçisi.

Her şair için anlamlar içerir şiir; kafasında değişik tanımlar yaratır, neden yazdığının bir açıklamasına yanıt bulur.

Cemal Süreya, daha ilk şiirleriyle ilmeğini sağlam atar; yazdıkça, yaşadıkça şiirin verimli kaynaklarından beslenir.

Şirin dünyayı değiştireceğine, insan bilincini ileri düzeylere yükselteceğine olan inancını yitirmez.

İkinci Yeni’ciler anlamı zorlarken, Cemal Süreya da “sözcükleri zorlar”, kendi şiirinin rengini, dokusunu, oylumunu ortaya koyar.

O da birli ki “şairin hayatı şiire dahildir”, şairin yaşamı şiirlerinin yaşamıyla özdeştir. Gözünde, yüreğinde, yanında hep şiir vardır.

Şiir gerçek anlamda durağan değil ki; tutucu, devinimsiz, bulutsuz, ensiz, sessiz, oylumsuz değil ki...

Verili olana, kurulu düzene, anayasaya aykırıysa şiir, onun özünde kuşkusuz şairin doğru, tutarlı, sağlıklı kimliğinden başka ne olabilir ki...

Sıkıldıkça, sevdikçe, sevdalandıkça, toplumda kırılmalar oldukça şiir yazan; yaşamı savunmak için şiire tutunan bir şairdir Cemal Süreya… En önemlisi de “şiirin dünyayı değiştirecek bir araç olduğunu algılamış” olmasıdır.

Arı, duru, varsıl, diri, geleceğe kalıcıdır onun şiiri. Türkçenin varsıl olanaklarını iyi kullanır. Özgün bir özdeyiş gibi algılanan o güzelim " Yunus ki sütdişleriyle Türkçenin" dizesi bunu kanıtlamaz mı?

Onun Türkçeye bu denli içten bağlılığı Ceyhun Atuf Kansu'nun da dizelerine yansır: Cemal Süreya’nın şiirleri ve Yunus Emre / Ne güzel yağıyorlar Türkçeye”

Eğer yeniye “ikinci” sıfatı yakıştırılmışsa, bunu devinime, etkin duruma yönlendiren şairlerdendir bir de Cemal Süreya’dır.

Bu durum, İkinci Yeni’yi dünya görüşüne, ilkelerine aykırı bulmasına, karşı çıkmasına karşın Asım Bezirci’nin Pazar Postası’nda (20 Nisan 1959) şu sözleri yazmasına engel olmayacaktır: “Cemal’in kendisiyle tanışınca daha da değişti kanılarım. (…) Erdost haklıymış! Cemal, kuşağının en güçlü şairlerinden biri, hatta en güçlüsü.”

Bu dünyadan bir Cemal Süreya geçti; şiirleri, yaşamındaki renkliliği, kitapları, dergiciliği, yazıları, aşkları, sevda sözleriyle…

Şair Yusuf Alper’in şu saptamasını da atlamadan geçmek istemem. “C.Süreya Türk şiirinde aşkın ve erotizmin en önemli şairidir ama aynı zamanda ince bir hüznün de şairidir.” (Ünlem Dergisi, Ocak-Şubat 2005)

O “şapkam dolu çiçekle” demişti; ben şapkasında şiir çiçekleri diyorum...

Anısına, şiirlerine saygıyla.