Yerel seçimleri geride bırakalı iki aydan fazla bir süre oluyor, ama gündemimizin ilk sırasında hala seçim var: yaklaşık iki hafta sonra ‘yenilenecek’ İstanbul Büyükşehir seçimi… Ülkemiz ekonomisinin olduğu kadar, sanat ve kültür ekonomisinin de kalbi olan bir kentin nasıl bir yönetime kavuşacağı, hepimiz için yaşamsal önem taşıyor. Umudumuz o ki, kazandığı başkanlık elinden alınan Ekrem İmamoğlu, bu kez daha büyük bir farkla kazanacak seçimi. Ve, CHP kazandığı 11 büyükşehir belediyesi, 10 il belediyesi, 192 ilçe ve 51 belde belediyesinin ardından, İstanbul’u da alarak, zaferini taçlandıracak.

Türkiye’de sanat üretim ve tüketiminin dörtte üçünün- belki de daha fazlasının- mekanı olan üç büyük kentimizin sosyal demokrat bir yönetime kavuşmasının, sanat alanlarına yeni bir heyecan ve dinamizm getirmesi beklenir. Elbette, bu heyecanı ateşleyecek olan, başkanların açıklayacağı sanat kültür politikalarıdır. Görevlerine başlayan başkanların, AB fikir babası Jean Monet’nin “Yeniden başlayacak olsaydım, kültürden başlardım” sözünden haberdar olduklarına inanıyorum.

CHP’li yerel yöneticilerden güzel haberler aldık son iki ay içinde. İsrafın önlenmesine yönelik tedbirler, kent içi ulaşımın ve içme suyunun ucuzlatılması, yöneticilere yapılan binek araç tahsislerinin iptali, v.b. sosyal demokrat yönetimlere yakışan önlemler. Sanat alanından ise, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek’ten müjdeli bir haber: Antalya Film Festivali’ne Ulusal Yarışma’nın geri dönmesi ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in Elektrik Fabrikası’nı kente kazandırarak, buranın bir sanat-kültür alanına dönüştürüleceği sözünü vermesi… Sanat sevgisi ve bilgisi ile tanınan Soyer’in sanat alanına ilişkin verdiği daha pek çok söz var. Bekliyoruz…

Bu noktada, sayın başkana bir küçük öneri: sanatsal üretimi desteklerken, sanat tüketiminin kolaylaştırılması konusuna da öncelik vermesi için… Örneğin, Çeşmealtı’nda yaşayan -ve özel aracı olmayan- bir İzmirlinin kentin sanat yaşamından yararlanması mümkün değil. Çünkü, Çeşmealtı ile kent merkezi arasında otobüs seferi yok. Minibüs var, ama o da akşamüzeri sona eriyor. Taksi parasını göze alamıyorsanız, tiyatroya ya da konsere gitme olasılığınız yok.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olacağından hiç kuşkum olmayan Ekrem İmamoğlu’nun da sanat alanına ilişkin pek çok önerisi var. Seçim öncesi sanatçılarla yaptığı toplantıda ayrıntılı biçimde anlattı bunları. Hepsi de olumlu projeler, ama bir noktaya dikkat çekmek isterim. Projeler kadar önemli olan, insan kaynağıdır. Belediyenin mevcut birimlerinin (Kültür Sanat Daire Başkanlığı ve Kültür A.Ş.) yandaş firmaları ve yandaş sanatçıları zengin etmek dışında bir başarısına tanık olmadık.

‘Rutin’e ve ‘popülizm’e teslim olmayan, sanat ve kültürün kamusal bir görev ve sorumluluk olduğunun bilincinde kararlı ve cesur yöneticilerle yapılacak çok şey var. Ülkemizin kültürel yoksulluğunu gidermenin ipuçlarını verecek bir politikanın öncülüğünü üstlenebilirler; üstlenmeliler…

Sanatın S’sinden haberi olmayan milyonların yaşadığı kentlerde, bir yönetici çok şeyi değiştirebilir. Bu nasıl olur? Bina yapmakla olmaz bir defa. Türkiye, neye hizmet ettiği belli olmayan ‘çok amaçlı’ kültür merkezleri ile dolu. Nedenini merak edenler, başkanların sanat danışmanlarına, binaları yapan mimarların kariyerlerine bir göz atabilirler. ‘Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan’ meslek erbabından geçilmiyor... Sanat alanında nicelikten söz açmanın, şu kadar etkinlik yaptık, şu kadar kişi sanat kurslarına devam ediyor demenin boş laf üretmekten öte bir şey olmadığını bilmemiz lazım. Meselenin, nicelikte değil, nitelikte bir sıçrama yapmak olduğunu bilmemiz lazım.

Ticaret kültürünün egemen olduğu bir sanat politikası ile bir yere varılamaz. Bakın, sevgili dostum küratör Beral Madra, “Sanat üretimini gerçekleştiren her kişi direnişçidir” başlıklı yazısında (Artıgerçek’te), İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti uygulamalarını eleştirirken, “projelerin “her zaman yolsuzluğa açık olan ‘ihale sistemi ile gerçekleştirilmesi”nin sakıncalarına işaret ediyor. AKP’nin yandaş şirket kayırmak adına baş tacı ettiği bu sistemin CHP’li belediyelerce de kullanılması, yaratıcı haklarının göz ardı edilmesi sonucunu getirir… Yapılması gereken, sayın Mahmut Arslan’ın Cumhuriyet’te çıkan yazısında belirttiği gibi, “Yeniden toplumcu belediyecilik” anlayışının hakim kılınması ve gene aynı gazetede Yücel Erten’in yazdığı gibi “insana yatırım”a öncelik verilmesi, “taşeron şirketler”le iş yapma alışkanlığından kurtulunmasıdır… Birkaç yazardan alıntı yapmam boşuna değil. Sorunlara ortak akılla çözümler üretmeliyiz. CHP’nin bir zaman etkin bir çalışma yapan Sanat Danışma Kurulu’na yeniden işlerlik kazandırması, yerel yönetimlerde tutarlı bir politika izleyebilmesi için yararlı bir yöntem olabilir. Yerel yönetimlerin de, benzer bir çalışma içine girmesi, merkezle yerel arasındaki iletişimi güçlendirebilir.