Güzel duyuları, sevginin dilini, rengini, barışın anlamını, dahası insan olmanın farkındalığını, ayrıcalığını, aydınlanma gücünü duyumsatan nedir diye sorsam, yanıtınız sanat olur değil mi?

Sanatın tüm dalları, insanı yaşama ve başarma sevincine, anlayabilmeye, sevmeye, umudu varsıl kılmaya da yönlendirir.

Tolstoy’un vurguladığı gibi “Sanat ancak, belli bir sınıf için değil, büyük kitleler için yarar sağladığı zaman, sözü edilebilir bir değere ulaşır.”

Sanatçı tüm bu olguların yaşama geçmesine, kazanılmasına şarkısıyla, türküsüyle, çalgısıyla, resmiyle, yontusuyla, şiiriyle, oyunuyla, sinemasıyla katılır.

Özünde biriken muhalif duruş, sanatçının gerçek yüzüdür; ama bunu toplumun özgürleşmesine, yaşanası özlemlerine, beklentilerine yanıt vermek için kullanır; karşı çıkar, direnir, tepki verir.

Kadına, çocuğa, yoksula, ezilene, ötekileştirilene, kıyıma, baskıya karşıdır savaşımı.

Silahsız, topsuz, bombasız… Onun silahı kalemdir, fırçadır, renk sıcaklığıdır, söz yüceliğidir, el emeğidir, göz ışığıdır...

Bir şiirden şarkı besteleyen, ona farklı bir doku kazandıran besteci nasıl kötü olabilir. Uda, kemana, kanuna, piyanoya, flüte, ney’e, tüm çalgılara eliyle, soluğuyla dokunan sanatçı kurşuna el sürebilir mi?

Anımsayın; Berlin Duvarı yıkıldığında Beethoven'in Dokuzuncu Senfonisi çalınmıştı; çünkü bu parça şiddete başvurmadan hakları, düşünceleri, çeşitliliği savunuyordu.

Yontusunun çamurunu, hamurunu elle biçimleyen, ona ruh veren, görsellik görkemiyle gözleri, yürekleri buluşturan sanat emekçisi şiddeti öngörebilir mi hiç?

Şiirini insanlığın, toplumun, doğanın, canlıların dirliği, iyiliği, esenliği, güzelliği için yazan bir şairin kıyıma, öldürüme yönelmesini düşünmek olası mı?

Fırçasını rengin, çizginin anlamıyla yorumlayan, mutluluğu görünür kılan bir ressam, şiddet kavramını usuna getirebilir mi?

Durup dururken mi sanata odaklandım? Değil elbette. Geçtiğimiz günlerde gazetelerde, soysal medyada yer bulmuştu haber. Başında sanat olunca ilgimi çekti.

İngiltere'de yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre konser, tiyatro, müze, sergi gezileri, sanatsal devinimler insan ömrünü uzatıyormuş.

Araştırmacılar, yılda bir ya da iki kez sanatsal, kültürel etkinliklere katılan kişilerde erken yaşta ölüm riskinin hiç katılmayanlara göre yüzde 14 düştüğünü saptamışlar!

Yaşlılarda sanatla uğraşmanın uzun ömrü korumayla ilişkili olabileceğine dikkat çekilen araştırmada, gelir düzeyi en düşük grubun kültürel çalışmalara, sanatsal gösterilere hiç katılmadığını belirtmişler.

Araştırmada, ülkede hastaların sağlık durumlarını iyileştirmek için sanatsal etkinliklere yönlendirilmenin önemini bir kez daha vurgulamışlar!

Sanatın ayrıcalığı, önemi, özelliği, saygınlığı, seçkinliği bağlamında düşününce bu haberi görmezden gelmek olası mı?

Toplumun duyarlığına, duygularına, düşüncelerine duygudaş olan sanatı, sanatçıyı daha çok seveceğiz, alkışlayacağız, emeklerine saygı duyacağız, onurlandıracağız.

İmgeler, soyutlamalar, çağrışımlar; sonrasında İkinci Yeni… Bitmedi; sinema, tiyatro, çeviri, senaryo, oyunculuk… Şiirlerinin bir çoğu şarkı oldu. Sanatın, yazının, şiirin hep içindeydi Ülkü Tamer. Çocukluğunun başkenti Antep de yaşamında canlı, diri, etkili oldu.

Şair Aslıhan Tüylüoğlu, bu yazın ve sanat insanını kendi bakışı, düşüncesi, şiir bilgisi, biçemi ile inceledi: “ÜLKÜ TAMER ŞİİRİ- Gole Giden Panter” kitabını yayımladı. Klaros Yayınları’ndan çıkan bu emek verilmiş kitabı okumanızı öneririm.