Bu köşeyi izleyenler, kişilerden çok zihniyet, tavır ve işlere odaklı düşünce üretmeye ve paylaşmaya çalışıldığını iyi bilir. Sosyetik reklamlar, “övme sırası bende, haftaya sıra sende” kurnazlıkları reddedilir, eleştirilen zihniyetlerin-tavırların öznelerine yer verilmez, alan açılmaz. İki öbeğin de kendilerini göstereceği yerler-mecralar yeterince vardır ve can sıkmayı kıyasıya sürdürmektedirler. Öte yandan, bir haber değil “makale” köşesi olduğundan, köşenin yazarı gazeteciliğe soyunma hadsizliğine kapılmaz, bu nedenle de günübirlik malumat ve tanıtımlardan uzak durur.

Bu nedenle, seçilen konu ve başlığının mesela ne külliye sözcüsünün saz çalıp türkü söylemesiyle, ne de ona eşlik edenle ilgisi vardır. Saçmalayanlar bir yana, en somut eleştiri Efkan Şeşen tarafından yazılmış, Erkan Oğur da yanıtını vermiştir. “İçinin sızladığını” açıklayarak, “Benim burada ne işim var?” dediğini belirtmiş, kendince özeleştiri vermiş, işin Gümüşlük’teki atölyesine kadar uzamasından duyduğu üzüntüyü dillendirmiştir. Bize de, güncelle bu kadar ilgilenmek yeter deyip, meramımıza geçmek kalmıştır.

***

Cemal Süreya, “Şairin hayatı da şiire dahil” diyor. Bunu, şiirin oluşmasında “şairin öznel yapısını belirleyen hayatı göz ardı edilemez” biçiminde okumak da; “şairin söyledikleri-yazdıkları ile hayatın içinde nasıl davrandığı arasında tutarlık olmalıdır” sonucunu çıkarmak da mümkündür. Birinci okumayı “Elbette öyledir” deyip geçebiliriz, ama ikincisine geldiğimizde çarşı biraz karışıyor.

Yahya Kemal has şairdir, ama İspanya İç Savaşında faşizme direnilirken, o “Şallı güllü esmer dilberleri” anlatmakla oyalanıyordu. Şiirimizin sağlam kalelerinden biriydi, ama oğlu Nazım Hikmet’i zindandan kurtarmak için, görmeyen gözleriyle imza toplayan ve bir zamanlar âşık olduğu kadın olan Celile Hanım’ı görünce, korkakça yolunu değiştiren de oydu…” Şair hakkında söylenenlerden küçük bir demet oluşturmaya çalıştık. 

Özellikle “sivri” bir örnek seçilmiştir ki; “sanattaki yönelişi ile hayatın içindeki tavrı” çelişkili olarak nitelendirilen, söyledikleri ile ettikleri arasındaki tavır bulamacı yüzünden, bu nitelemeleri hak eden adlar anımsansın, düşünülsün. “Me too” hareketinin muhataplığından ulusal kurtuluş savaşındaki tavırlara, faşist darbelerin miçoluğuna soyunup ödüllerini boyunlarına asanlardan, rüzgârgülü misali dönmeyi “aşmışlık-taşmışlık” sananlara… Bu bağlamda hazırlanacak bir liste, şaşkınlıktan felç geçirmemize neden olabilir. Daha net örnek isteyenler, 12 Eylül cehenneminde Aziz Nesin’in öncülük yaptığı “Aydınlar Dilekçesi”ni önce imzalayıp, sonra “Hastaydım, arsa tapusu sandıydım, o sırada okeye tek dönüyordum” meali kıvırıp ağlaşarak imzasını çekenlerebakıp, her açıdan çıkarımlarda bulunabilir.Dönek, kişiliksiz, ihbarcı meşhur yazar-sanatçı taifesi, Mc Carthy Döneminde mi kaldı sanıyoruz? Şu kumpas davalarında, sol vitrinde endam gezdirerek mide doldurmuş nice liboşun, ettikleri eylediklerihiç unutulur mu? Ne kadar şişirilirse şişirilsinler, bunca erozyondan sonra, dişe dokunur bir iş çıkaramadıkları da, herkesin malumudur.

***

Sanat ve sanatçı cenahına yüklendik diye, hiç kimsenin kendini unutup-unutturup, topu taca atmaya hakkı yoktur. Sosyal medyada “ilerici-muhalif-vs” geçinen eşhasın, kendisinin, çocuğunun ya da bir yakınının, buram buram gericilik kokan, düzenin değirmenine su devşirilen mecralarda kazandığı “başarılarla” övündüğünü, kaç günde bir okuyorsunuz? Gece estirdiği “devrim, aydınlanma, cumhuriyet, laiklik” rüzgârından yanına yanaşılamayan kaç yiğidimiz, gün doğunca meğerneler yapıyormuş, değil mi? Salonunda liboş, balkonunda devrimci, yazarken-konuşurken Gorki, yaşarken “Viran olası hanede evlad-ı ayal var abi” çiftetellisi, bir tek sanat ve sanatçının tavrında gözlemlenen omurgasızlık mıdır? Evi camdan olan, başkasının penceresine taş atmamalı.Ama hiç olmazsa, mesela yandaş kanal dizisinde oynarken arazi olup, dizi bitince “Devrim ne zaman?” diye ortalıkta zıplayan tiplere de benzememeli. Kimseden Brecht tavrı beklemiyoruz, ama mesela Shakespeare’e “kapitalizmin uşağı” diye saldırmasını da kabul etmiyoruz. İkisi de, hayatı ve sanatı mahvetmek isteyenlerden başka, hiç kimsenin işine yaramıyor. İki dakika delikanlı olalım, her salataya tuzluk yetiştirmeyelim, o da yeter.