"Asgari ücretin yeni bin liraya çıktığı bir ülkede bir siyasetçi 700 bin TL'lik saat alamaz kardeşim. Bu 700 bin liralık saati kolunda taşıyamaz."
Bu cümleyi muhalif milletvekilleri söylediğinde yaftalıyordunuz;
- Darbeci,
- Paralel...
Yutkunmadan yükleniyordunuz.
***
Kocaman kocaman kasaları gördünüz. Bir değil, iki, üç değil tam yedi kasayı gördünüz. Para sayma makinaları...
Ayakkabı kutuları...
Kuryelerle taşınan paralar.
Bir kısmınız Devekuşu gibi kafasını kuma gömdü, bazılarınız kafanızı çevirdiniz, görmezden geldiniz.
"Gözlerimi yumarım, vazifemi yaparım" anlayışı içinde bugünlere geldiniz.
Gözlerinizle birlikte vicdanınızı da kapattınız.
Kim, "Hırsız var" diyecek oldu, içeri tıkıldı...
"Hırsız var" diyenlere rahat gözaltı uygulamak için yasaları değiştirdiniz. "Makul şüpheli" diye bir ucube deyim çıkarttınız ve yasa gereği rahat gözaltı, izleme, fişlemeyi getirdiniz.
Kim ki, "Bu ülke soyuluyor" diyecek oldu.
Adama, kadına, "Darbeci" dediniz. Casus dediniz. Paralel dediniz. Dağarcığınızda biriktirdiğiniz kelimeleri kullanarak suçlamaları sürdürdünüz.
Suçlarken telaşlıydınız!
Suçlarınızı, kabahatlerinizi örtmenin telaşı içinde polisi, savcıyı, yargıcı arkanıza alarak güç ve zor kullanarak hakkınızda konuşanların sayısını asgariye indirmeye çalıştınız.
Yüce Divan'a gitmesi gerektiği konusunda kamuoyunda oluşan vicdani kararları değiştirmek için orantısız ve vicdansızca güç gösterisinde bulundunuz.
"Bu kararı verenleri unutmayın" diye tweet atan bir hanımefendi iletişimci Sedef Kabaş’ın bir ila beş yıl arasında ceza alması için iddianameyi hazırlattınız.
Gazetecileri işlerinden kovdurdunuz.
Sosyal medyada yazanları sindirmek için bütün iletişim sitelerine gözaltı uygulamaya başladınız.
Baskıları arttırmadaki tek amacınız yolsuzlukların konuşulmasını ve hesap sorulmasını engellemek içindi.
Kabağın başlarına patladığı dört bakanı korumak, kollamak içindi.
Sarı öküzü verirsek, gerisi gelir, endişesi içinde bağırtı, baskı ve suçlamalarla oylamaya kadar geldiniz.
Şimdi soralım, ne oldu?
Dört bakanınız Yüce Divan'a gönderilmedi!
Az farkla da olsa Meclis'in çoğunluğu Bakanları AK'ladı.
***
Bakanlar Yice Divan'a değil, evlerine gönderildi.
Oylamanın sonucunda görüldüki, AKP içinde sayıları 50'ye ulaşan milletvekili yolsuzluğa adı karışanların Yüce Divan'a gönderilmesini istedi.
Gazeteci kökenli iki AKP'li vekil, "Bunlar AKP'nin fireleridir, hainlerdir" dediler.
Sürece bırakalım ve gününü bekleyelim.
Acaba hırsızlık iddialarını oylarıyla örtmeye çalışanlar mı fire, yoksa "Onlar yüzünden hırsız damgası bize niye yapışsın kardeşim, Yüce Divan'da aklansınlar" diyenler mi fire?
Bekleyip göreceğiz.
***
Oylama bitti, Mehmet Ali Şahin konuştu.
Ne konuştuğundan önce Şahin'in konumunu, durumunu belirleyelim, AKP'nin önemli kurucularından. Gençlik Spor Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Meclis Başkanlığı gibi önemli görevlerde bulunmuş. Şimdi de AKP'nin Genel Başkan Yardımcısı. Oylama sonrası çok açık ve net konuştu:
"AK Parti'nin Genel Başkan Vekili olarak konuşuyorum. Asgari ücretin yeni bin liraya çıktığı bir ülkede bir siyasetçi 700 bin TL'lik saat alamaz kardeşim. Bu 700 bin liralık saati kolunda taşıyamaz. Bu siyasi etik açısından son derece yanlış bir davranıştır."
Diyebilirsinizki, bu konuşma oylama öncesi yapılmalıydı.
Haklı olabilirsiniz, ancak sonrasında yapılsa da bu konuşmanın önemi büyüktür.
Mehmet Ali Şahin'e "Darbeci", "Paralel" diyemeyeceklerine göre, AKP içinde vicdanını rahatlatmak ve içini dökmek isteyenlerin sayısının artacağına inanıyorum, ya da inanmak istiyorum.
Vicdan sahibi olduğuna inandığım Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'dan da Yüce Divan oylaması ve sonrası için görüşlerini açıklamasını bekliyorum.
Benim bildiğim Arınç konuşacaktır.
Dedim ya bekliyorum.