Ülkemiz, son 10 yılda, çok ciddi sağlık reformlarını geride bıraktı. SSK, Bağkur ve Emekli Sandığının Sosyal Güvenlik Kurumu çatısında birleşmesi, tüm hastanelerin Sağlık Bakanlığına bağlanması gibi. Yine bu dönemde, 5510 sayılı SGK kanunu ile tüm yurttaşlar sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınmış, 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile endüstriyel sağlık hizmetleri düzenlenmiş, koruyucu temel sağlık hizmetleri Aile Hekimliği içinde sunulurken, hastane yönetimleri de il sağlık müdürlüklerinden ayrışarak sekreterlik şeklinde formelize edilmiştir. Bu süreçte, ülkemizde sağlık harcamaları, OECD ülkelerindeki ortalama artışın iki katından fazla artmıştır.

Sağlık sisteminin reformize edilmesi ile vatandaşların eskiden SSK ve devlet hastanesi şeklindeki bir ayrıma maruz kalmaksızın tüm hastanelere ve eczanelere başvurabilmesi genel memnuniyeti ve doktora ulaşımı arttırmış ancak maliyet artışı sürdürülebilir bir yapıyı mümkün kılmamıştır. SGK’nın yıllık bütçe açığı 20 milyar lirayı geçmiş, Sağlık Bakanlığının hastaneleri için oluşturduğu sekreterlik sistemi, yeni bakanın söylemleri ile birlikte lağvedilmiş, mega şehir hastaneleri için kurgulanan kamu özel ortaklıkları için yeni yapılanmalar konuşulmaya, projelendirilmeye ve bazı illerde de uygulamaya geçmiştir. Bunların üzerine de KHK ile askeri hastanelerin lağvedilmesi, ulusal sağlık sisteminin yeniden ele alınması çalışmalarına hız vermiştir. Gelinen nokta, sağlık sisteminin yeniden reformize edilmesi ve sürdürülebilir bir finansman yapısının oluşturulmasıdır.

Ülkelerin total bütçeleri içinde sağlık harcama oranları (GSYİH) kıta Avrupasında yüzde 10’ların altında ancak Amerika ve Japonya'da yüzde 15’lere kadar çıkmakta. Buna paralel olarak kişi başı harcamalar da örneğin ABD’de 5000 doları bulurken Almanya, Fransa ve İngiltere’de 2500 dolar seviyelerindedir.

Ülkesel bazda total sağlık harcamalarının finansmanı, sosyal devlet uygulamalarının revaçta olduğu Avrupa ülkelerinde yüzde 80’e yakını kamu tarafından sağlanırken ABD’de kamu finansman oranı maksimum yüzde 50’yi bulmakta. OECD verilerine göre sağlık hizmeti alan kişilerin kendilerinin yaptığı harcamalar ise total meblağın yüzde 10’u ile yüzde 40’ı arasında değişmektedir. Elbette bu oranlar, ulusal ölçekte uygulanan sağlık politikalarının liberal, Bismakien yada karma olmasına göre şekillenmekte. Total sağlık harcamalarında ilaç çıktıları ise total bütçelerin yüzde 20’sine yakın ve kişi başı da 100 ila 600 dolar seviyelerinde değişmekte olduğunu vurgulamak gerek.

Küresel sağlık harcamaları her yıl ortalama yüzde 5 artmakta. Bu yıl sonu itibari ile 13 trilyon doları aşmış olacaktır. Sağlık teknolojilerin ilerlemesi ve sağlık hizmeti alanların hasta konumundan tüketici konumuna evrilmesine paralel olarak ülkelerin bütçelerindeki sağlık harcamalarının maksimal artışının bloke edilmesi yönünde maliyet tabanlı görüşler giderek daha fazla dillendirilir olmuştur.

Ülkemizde son yıllarda GSMH’nın yüzde 10’unu geçen sağlık bütçesi, 2010 yılına kadar yüzde 5’ler ile OECD ülkeleri arasında en düşük oranlarda idi. 2015 yılı için Sağlık Bakanlığı bütçesi 43 milyar TL olarak belirlendi. SGK sağlık harcamaları da 44 milyar TL’yi geçmiş durumda.

Ülkelerin sağlık politikalarının ana amaçları hizmet kalitesini yükseltmek, imkân ve kaynakları verimli, eşit ve ulaşılabilir kılmaktır. Böylece, gerek yeni doğan bebeklerle çocuklara ve gerekse toplumun tamamına yönelik koruyucu hekimlik ile tüm nüfusu kapsayan tedavi edici hekimlik alanlarında tatmin edici sonuçlar alınabilir.
Ancak sağlıkta dinamik ve değişken bir süreç söz konusu olduğundan mükemmel sistemler ve uygulamalardan bahsetmek çok güçtür. Bugünün en gelişmiş ekonomileri olarak addedilen ABD ve AB ülkelerinde bile bitmek bilmeyen sağlık politikaları değişiklikleri ve sağlık reformlarından bahsedilmektedir. ABD Başkanı Obama’nın ilk yaptığı çalışmalardan birisi genel sağlık ve sigorta reformları idi. Kuşkusuz aslolan sürdürülebilir sağlık ve sosyal politika finansman sistemleri inşa etmektir, bunun aksi ülke bütçesi için kaldırılamaz bir yük olur…