Söylediklerine bugüne kadar ya gülerek ya da donarak katılıp kaldığım çok olmuştur. Ama bir gün, hiçbir teşbih ve ima olmaksızın doğrudan katılacağım aklıma bile gelmezdi. O gün, işte bu gündür. Aynı hayat diliminde paylaşsak bile, ayrı dünyaların insanı olduğumuz Dr. Bahçeli’ye katılıyorum. Konu, ruh sağlığı ile ilgili önerisidir.

Bir iki noktayı anımsatmakta yarar var. Ruh sağlığı, alay konusu edilmeyecek kadar ciddi bir sorundur. Bireysel ve toplumsal hayat kalitesini alt üst eden, doğuştan ya da sonradan ömre eklenen ruhsal hastalıkların, birer şaka ya da küfür malzemesine dönüştürmek faşistliktir, en hafif deyimle terbiyesizliktir. Unutulmamalıdır ki, ulu orta hakaret olarak kullandığımız “deli”, “geri zekâlı”, “idiot”, “şizofren”, “otistik”, “moron” yakıştırmaları, birçok insanımızın ve çevresinin boğuştuğu hastalıkların adıdır. Ne yazık ki inceliklerden giderek uzaklaşıyor, bunları düşünmekten bile aciz yaratıklara ve sürülere dönüşüp, insafsızlığın ve mide bulandırmanın örneklerini oluşturuyoruz. Ruhsuzluk, en acı ruh hastalığıdır. Yazık!

Dr. Bahçeli, herkesin bildiği ama söylemediği bir gerçeği dillendirmiştir. Yıllar önce, Alsancak Stadında gerçekleştireceğimiz 19 Mayıs kutlamasında hangi şarkıcıyı konuk edelim diye tartışırken, dönemin Opera ve Bale Müdürü Alpaslan Mater, “Bence bir psikolog çağıralım, toplu bir seans yapsın, millete bir hayrımız dokunsun” demişti. Bugün ne kadar haklı olduğunu görüyor, değerli dostumdan kamu önünde özür diliyorum. Çünkü hayat ve figürleri, Mater’i haklı, bizim gülüp geçmemizi de boşa çıkarmıştır.

Konuşmasına, antidepresan kullanımının fazlalaşmasından yakınarak başlayan Dr. Bahçeli’nin, önerisini hangi durumlara, kişilere, tanıklıklara bağladığını bilemeyiz. “Ruh Sağlığı” derken, tanısı konulmuş, tedavi ve gözetim gerektiren akut durumları mı; toplumsal yapının nereye evrildiğini bile bile, vicdanını, etiğini, mantığını terk etmekte beis görmeyenleri mi; yoksa hayatın dayattığı yoksulluk, yoksunluk ve haksızlıkları artık taşıyamaz ve derdini anlatamaz hale gelenleri mi kast ediyor, açıklamasında yarar vardır.

Birinci gruptakilerin insana yakışır tedavi olanakları, çağdaş topluma yakışır bir algı ve sorumluluklarının bilincinde olan bir devlet bekledikleri malumdur. O zaman sağlıksızlık, hastalarda değil muhataplarında aranmalı, neden yapmıyorlar-yapamıyorlar sorusu günde on vakit sorulmalıdır. Üçüncü gruptakilerin çaresi, demokrasi, insan hakları, yurttaşlık ve örgütlenme bilinciyle davranmalarıyla bulunabilir. Bunun da yolunu, katıksız, amasız fakatsız, yurtseverliğin hak ve sorumluluklarıyla evrensel değerleri harmanlamış, “yurttaşlık ve toplum” bilincine vakıf bireylerin göstereceği demokratik reflekslerde aramak gerekir. 700 yıl bir ailenin egemenliğinde yaşamanın, toplumsal genlerdeki kalıntıları nasıl temizlenir denirse, uzağa gitmeye gerek yoktur. Türkiye Cumhuriyetinin kurtuluş ve kuruluş iradesi ile “Özgürlük ve bağımsızlıktan ödün vermeyen, çağdaşlık, demokrasi, laiklik, hukuk, sanat ve bilimsel eğitimden mürekkep” reçetesi, kendini kanıtlamış bir çözüm olarak durmaktadır.

Ruh sağlığı uyarısı “ikinci” gruba işaret ediyorsa, Dr. Bahçeli’ye işte bu noktada hak veriyoruz. Bu grubun yarattığı travmalar, halüsinasyonlar, korkular, avuntular, oyalamalar, kafa karışıklıkları sayesinde, birey ve toplumdaki deformasyonlara şaşmak değil, asıl şaşmamak tuhaftır. Şiddet dilinden, yalandan, talandan beslenenlere, demokrasiyi, hukuku, özgürlüğü yalnızca kendi için isteyenleri ekleyin. Her türlü kavramın içini boşaltmakta beis görmeden, kuralsızlığı kural olarak dayatanları unutmayın. İnanç, kan, etnik köken pazarlamacılarını ıskalamayın. Döneklerin, dünya görüşünü ve aidiyet duygusunu yitirmişlerin, Macbeth’lerin, Iago’ların, ibişlerin ve de zübüklerin fink attığı bir iklimde, sonuç başka ne olabilirdi ki? Belki de en güzel yanıtı, televizyondaki o emekli verdi: “Ruh kaldı mı ki, sağlığı kalsın?”

Dr. Bahçeli’nin uyarıları, herkes tarafından dikkate alınmalıdır. Mesela hayvan haklarını dillendiren biri olarak, kurt kafasını doldurup hediye edenlere de, mutlaka iki çift laf etmiştir, değil mi?