Evren Balgöz, Kanser olduğunu öğrendiğinde 44 yaşında başarılı, aktif, üretken ve idealist bir görev insanıydı. Akhisar Belediyesi’nde kurumsal kimlik yöneticisi ve halkla ilişkiler çalışanı olarak hizmet verdiği zaman içinde, kanser olduğunu öğrendi.

Tedavisi sırasında makaleler yazdı, sanatla uğraştı ve en son besin takviyesi olarak verilen mama şişelerini bebeklere dönüştürdü. Mücadelesinden başarıyla çıkan, hastalığı sırasında yaşadığı içsel yolculuğunun meyvelerini yaratıcılıkla bezeyip, sanatıyla ortaya koyan, kanserli hastalar için umut ve ilham verici bir hikayenin kahramanını tanıtacağız bugün sizlere.

Kanser... Çağımızın vebası... Her yıl milyonlarca insan bu hastalıkla mücadele ediyor.
Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) 4 Şubat 2018'te Dünya Kanser Günü için paylaştığı raporda, 2015 yılında küresel çapta 8.8 milyon kişinin ölüm nedeni kanserdi. WHO'nun raporuna göre, dünyada yaklaşık olarak altı kişiden biri kanser nedeniyle hayatını kaybediyor. Kanserle mücadelenin başlıca yolu ise, erken teşhis mekanizmalarının geliştirilmesi olarak tanımlanıyor.


İşte bu mücadeleden başarıyla çıkan, hastalığı sırasında yaşadığı içsel yolculuğunun meyvelerini yaratıcılıkla bezeyip, sanatıyla ortaya koyan, kanserli hastalar için umut ve ilham verici bir hikayenin kahramanını tanıtacağız sizlere.
Kahramanımız Evren Balgöz. 49 yaşında, 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu. Halkla İlişkiler konusunda da özel eğitim almış biri.
Akhisar Belediyesi'nde kurumsal kimlik yönetimi ve halkla ilişkiler biriminde yaklaşık 11 yıl görev yaptı.
Evren'in hikayesi yaklaşık 4 yıl önce dayanılmaz hale gelen karın ağrılarıyla başlıyor. Gitmediği hastane, görünmediği hekim kalmıyor. En son değiştirdiği hekiminin desteği ile teşhis amaçlı laparoskopi yöntemi ile ilk tanı Akhisar'da konuyor. Daha sonra ileri düzeydeki hastanelere yönlendiriliyor. Sonunda Ege Üniversitesi'nde de yapılan tetkikler sonucu Periton (tüm karın bölgesi organları - karın zarı dahil) CA teşhisi doğrulanıyor ve ilk onkolojik tedavisi Ege Üniversite Hastanesi’nde başlıyor.
Uzmanlar, ‘Ameliyat olmalı’, ‘kemoterapiye devam’ diyerek ikiye ayrılınca kendi kararı ile, Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi'nde konseye girerek ameliyat oluyor. Daha sonra özel bir hastanede onkolojik tedaviye devam ediyor.
Gelin hikayenin geri kalanını sorularımıza verdiği cevap ile Evren'den dinleyelim.

Kanser olduğunuzu öğrenince ne hissettiniz?

Şaşkındım, inanmak da zorlanmıştım. İsyan etmedim, yengeçlerimin varlığını kabullenerek olabildiğince soğukkanlılıkla, girdiğim yolu tanımaya ve yürümeye başladım. Bu bir içe dönüş yolculuğu. Bu yolu tam tanımıyordum. Bildiğim tek şey şimdiye dek seyir halinde olduğum tüm yollardan farklı oluşuydu. Acıya acıya, kanaya kanaya, yana döne ya da farkındalıklarla alınan bir süreçten tıbbi açıdan “stabil” olarak çıksanız bile, eski siz ve yeniniz arasında kopmayan ancak araya giren keskin bir hat oluşuyor adeta.



Geriye dönüp baktığınızda yaşamınızı iki evreye mi ayırıyorsunuz?

Sanırım öyle. Yeniden inşa aşamasındasınız ve kendi bütünlüğünüzü arıyorsunuz. Satırlarca yazılsa da eskiye dair dolmayacak boşlukların yeri bir başka doluyor... Bu süreçte bütünlüğünüzü yeniden kazanmak için boşlukları nasıl dolduracağınız belki de en önemli unsur. CA (kanser) öyle bir geldi ki hayatıma, beni öyle bir yerde böldü ki… ya da topladı mı desem.
Tam zamanlı işime geri dönmedim henüz, zamanımı planlar yaparak da geçirmiyorum. Anda, zamandan bağımsızca ve akıştayım. Yazmak, doğa ve sanatla terapi beni kendime yeniden yaklaştırdı.

İçsel yolculuğunuzu biraz daha açalım mı?

Bu öyle bir zaman ki... İzafi tüm zaman kavramlarından uzak bir çekim gibi, bildiğiniz tüm çekim yasalarını ihlal edercesine. Senle sen arasında, sen ve öte olanla, zaman ve zamansızlık arasında. Bir çocuk hesapsızca bakar gözlerine. Geldiğin yeri öyle bir sorgulatır ki o tatlı bakışlar, yaşamın illüzyon perdesi aralanır, gerçeklik başka bir hal alır gözlerinin önünde. İşte o an temas edersin içindeki çocuğa ve onu daha net duymaya başlarsın. Geçmişte, zamanın kıskaçlarına takılmış ve çok derinlerde hep cılız bir ses olarak kalmış olan içimin çocuğuyla zamandan bağımsız bir boyutta yaşamayı öğreniyorum bir süredir.

Bu boyutta mı içinizdeki sanatçıyla tanıştınız?

Tabi ki hayır. Çocukken de kendimi en iyi ifade ettiğim şey resim yapmaktı. Güzel Sanatlar Fakültesi ise düşümdü ve gerçekleşti, mesleğimin bir parçası tasarımcı kimliğim. Sadece bu süreçte zamanın size kalması, koşuşturmacayla geçen bir hayatın dışında kalmak ile birlikte, içinizdeki o cılız sese yaklaşıyorsunuz sanırım.
Doğayla baş başa kalmak, her bir doğa parçasındaki ihtişamı görmek, onların dilini anlamaya çalışmak, yazı yazmak, sanatla terapi daha bir önemli oldu bu süreçte benim için. Renkler, çiçekler, doğa, içimin çocuğu o kadar kalabalık ancak o kadar samimi ve yalındı ki… Koşulsuz sevginin öz kavramları bir nevi parçalanmış bütünlüğümü yeniden kazanmak adına birer şifacı oldular, tıbbi tedavilerin dışında.



Mamaruşkaların üretimi böyle mi doğdu?

CA sürecimde, besin takviyesi olarak verilen mama şişelerinin boşlarını dönüştürmek için bir süredir saklıyordum. -Oldum olası bir şeyleri yenilemeyi, değerlendirmeyi, dönüştürmeyi ve daha sonra da oluşturduklarımla birilerini mutlu etmeyi hep sevmişimdir-. Eski ben ve yeni arasındaki en özel bağda bu sanırım. Sürecimdeki terapimdi sanat…
Yine öyle anlardan birinde boş mama şişeleri önce gözümün önünde ve sonra da gerçeğinde doğa ananın bilge çocuklarına dönüştüler.

Bebekleri yaparken nereden esinlendiniz?

Esin kaynağım hissettiklerimdi. Biçim ve renk algısıyla, içimde biriktirdiklerimdi… Doğa ananın doğurganlığını hissettim belki de… Tarifi zor duygular…
Şamanizm kültüründe doğa önemli bir yer tutar. Ağaçlar, bitkiler ve çiçekler özeldir. Doğayı, şifayı ve simyayı anlatır çiçekler. Mistik alemlere geçit verirler, algı boyutundaki perdeyi aralayıp daha sağlıklı, ruhsal ve manevi yönü ile başka boyutları tanımamıza yardımcı olurlar.
Toprak ananın sevimli renkli, bilge çocukları, çiçekler, takılıp kaldığımız sorunların üzerindeki kara bulutları kaldırırlar. Benim de belki üzerimdeki bulutları böylece kaldırdılar…
Kendimize doğada yer açtığımızda, tüm rollerden soyunduğumuzda, kendimizle kurduğumuz bir anlık samimiyette, içimizdeki çocuk dile gelir. Çünkü o içindeki saflığımız ve özümüzdür. O zamansızlık ve özgürlüktür!
“Baby Honeyeyes” yani “Mamaruşkalar”ım beni özgürleştiren, umutlandıran, sürecimdeki terapimin bir parçası, o nedenle de özeller. Onlar unuttuğumuz umudu, doğayı, içimizin çocuğunu yeniden hatırlatsınlar istedim. Onlar tohumları ile de yaşama bir şeyler versinler istedim. Dönüşürken dönüştürebileceğimizin simgesi olsun istedim.


Savaşarak değil barışarak tedavi


Savaşarak değil barışarak tedavi konusunda neler söyleyebilirsiniz, yaşadıklarınızla CA hastalarına aktarmak istediğiniz mesaj nedir?
Cancer, latince ve antik Yunanca ‘yengeç’ anlamına gelen bir kelime. Bu hastalığın adının neden yengeç olduğuna gelince, yengeç avını kıskaçlarıyla yakalar ve kemirerek öldürmeyi hedefler. Yengeçler yan yürürler, tıpkı kanserli hücrelerin yan yana ilerlemesi gibi... Tedavim süresince, tedavinin getirdiği her türlü düşüşü ben de yaşadım. Ama bunları hastalığımın değil, iyileşme sürecimin gerekleri olarak görmeye çalıştım ve moralimi yüksek tutmaya gayret ettim… İsyan mı, şikayet mi, kendini aciz ya da kurban gibi görmek mi, asla…
“Bu roldeysen şimdi rolünün gereğini yap, alman gerekenleri al ve sahneni başarıyla tamamla” diyordu iç sesim. Her şeyin bir sebebi var, bu sadece bir sonuç! Hastalık durumu bana söylendiğinde ilk aklıma gelen şuydu, neyi eksik bıraktım kendimde, neyi sindiremedim yaşamda içime. Çünkü bana göre hastalıklar iyileşmeyi bekleyen sendromlarla bizi uyarır ve gerçek bir iyileşme ancak içerde başlar... Düşman olmadım hiçbir zaman yengeçlerime. Hatta zaman zaman konuşarak barış teklif ettiğim zamanlar da oldu.
Hala ağır geçen sürecimle ile ilgili zaman zaman düşüşler yaşıyorum ancak irademi doğru şekilde kullanma yolunu seçiyorum.
Yengeçler aslında bakıldığında “hep ileri komutu veriyor” ve temizlenseler de uzun süre kendilerini hatırlatıyor ve belki de aslında şunu söylüyorlar.
“Kendini daima sev, dönüşümü içinde başlat, iradeni iyi yönde kullan. Kendini erteleme. Yaşamayı seçtiysen, kıskacıma düşme, koş ve her zaman kendine daha fazla koşabileceğini söyle...”
Bu vesileyle aileme, “yaşamımda iyiki varsınız” dediklerime, yolları tıptan, gönülleri sevgiden geçen meslek aşkını onuruyla taşıyan tüm doktorlarıma (Prof. Dr. Gökhan Akbulut, Dr. Mehmet Gökçü, Dr. Tibet Koyuncu, Doç. Dr. Özlem Sönmez, Doç. Dr. Çağatay Arslan, Dr. Pınar Balgöz Ergül, Dr. İsmail Özsan, Dr. Lerzan Adıgüzel, Doç. Dr. Erol Ergüler’e teşekkür ediyorum...


BAL GÖZLÜ BEBEKLER


Elinde tuttuğu her bir çiçekle doğadan ayrı bir hatırlatma yapan, her bir çiçeğin diliyle mesaj veren 'bal gözlü bebekler', Evren Balgöz'ün içsel yolculuğunda, içindeki çocukla doğaya ve renklere bulandığı zamanda doğdular. Evren, doğanın hediyesi olan tohum ve yüzlerce yıllık ağaçların tomurcuklarını sakladı bebeklerin içine.
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan tescil ettirdiği “HoneyEyes” bebekleri, diğer adıyla “Mamaruşka”ları (Doktorunun verdiği isim) ile üretmeye başladı. Ona göre birilerini mutlu etmek, umutlandırmak eski kimliği ve yenisi arasındaki en özel bağ. Bu bağla ürettiği bebeklerinin yakın zamanda Çocuk Onkoloji ya da eğitime katkı gibi, sosyal projelerde değerlendirilmesini hayal ediyor.