Röportaj / Sinan KESKİN

[email protected]

Rahile Horzum, öğretmen okulundan mezun olup 17 yaşında ilkokul öğretmenliğine başladı. Anadolu'nun farklı yerlerinde öğretmenlik yaptı, Cumhuriyete bağlı nesiller yetiştirdi. Ama aklında hep hukuk okumak, avukatlık yapmak vardı. İzmir'de görev yaptığı dönemde üniversite sınavlarına hazırlandı. Eşinin 'nasıl olsa kazamazsın, ilk sıraya ODTÜ Kamu Yönetimini yaz' demesi üzerine tercih listesinin ilk sırasına bu bölümü yazdı. Ve kazandı. Ankara'da 1 yıl hazırlık okuması gerektiği için okula kaydını yaptıramadı. Ama pes etmedi. Ertesi yıl bir daha denedi şansını. Önceki yıl ODTÜ'yü kazanıp kayıt yaptırmadığı için puanı düştü ve istediği bölümü kazanamadı. Rahile hanımın pes etmeye hiç niyeti yoktu. Ertesi yıl üçüncü kez girdi sınava. Bu defa Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandı. Birinci sınıfı bitirdikten sonra Dokuz Eylül Üniversitesi'ne yatay geçiş yaptı ve bu okuldan mezun olup avukatlık diplomasını aldı.

Avukatlığa başlamak için öğrencilerini beşinci sınıftan mezun edene kadar bekledi. Çok sevdiği çocuklarını mezun ettikten sonra emekli oldu ve iki ay dinlendikten sonra avukatlık yapmaya başladı. Sağlık Bakanlığı'na açtığı ve kazandığı iki davayla kamuoyunda adı sıkça duyulan Rahile Horzum, “Bundan bir sonuç çıkmaz denilen davalar bana geliyor” diyor.

Son dönemin en çok izlenen dizilerinden Çukur'un senaristi Gökhan Horzum'un annesi, emekli öğretmen, avukat, zor davaların aranılan ismi Rahile Horzum ile renkli yaşam öyküsünü konuştuk.

Rahile Hanım kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

İlkokul öğretmeniydim. Öğretmen Okulu mezunuyum. Bununla gurur duyarım. Köy Enstitüsü mezunu bir babanın kızıyım. Bu da gurur kaynaklarımdan biridir. Mersin'in Mut ilçesinde yaşıyordum. Mut'ta o dönem sadece ilk ve orta okul vardı. Lise bulunmuyordu. Ben de ortaokuldan sonra öğretmen okuluna gittim. 1972 yılında okulu bitirdiğimde 17 yaşımdaydım. 17 yaşımda öğretmenliğe başladım.

Üniversite sınavına girmediniz mi?

Benim öğretmen okulunu bitirdiğim dönemde öğretmen okulu mezunları üniversite sınavına giremiyordu. Sonrada açık öğretimde 2 yıllık bir eğitim almamız zorunlu hale getirildi. O programın sınavlarına hazırlanırken test çözmek çok hoşuma gitti. Ne güzelmiş bunlar böyle dedim. Üniversite sınavlarına girmeye karar verdim. Bu düşüncemi paylaştığım öğretmen arkadaşım 'hadi canım, sınavı kazanamazsın' dedi. O öğretmen arkadaşımla iddialaştık ve ben sınava hazırlanmaya başladım. O zamanlar Narlıdere'de görev yapıyordum.

Avukat olmaya nasıl karar verdiniz?

Bizim bir avukatımız vardı, şimdi rahmetli oldu. Hep davaları kaybediyordu. Bu hukuk ne menem bir şeymiş, bir de ben bakayım dedim. İki tane kitap alıp çalışmaya başladım. Bir de haftalık iki dergi takip ediyordum. Sınava girdim. Sorular çok kolay geldi. Bu çocuklar neden bu kadar zor diyorlar diye düşündüm. O zamanlar tercihler önceden yapılıyor, sınav esnasında teslim ediliyordu. Eşim 'birinci sıraya ODTÜ Kamu Yönetimini yaz, nasıl olsa kazanamayacaksın' dedi. Koca sözü dinleyip yazdım ve kazandım. Gidemedim okula. 1 yıl hazırlık okumam gerekiyordu o nedenle gidemedim. İki çocuğum vardı. Onları bırakamadım. Ertesi sene sınava bir daha girdim. Önceki yıl sınavı kazandığım için bu kez puanım düştü. İnat ettim üçüncü yıl bir daha girdim. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandım. Üçüncü kez sınava girdiğimde bütün tercihlerim hukuk fakültesiydi Marmara Üniversitesi'nde devam zorunlulu olmadan okudum. Sadece sınvlara gidip geliyordum. Birinci sınıfın sonunda yatay geçişle Dokuz Eylül Üniveristesi'ne geçtim. Yine okula düzenli gidemedim. Öğretmenliğe devam ediyordum ve öğrencilerim vardı. Onları bırakamadım.

Hem öğretmenlik yapmak hem de hukuk okumak zor olmadı mı?

Üniversitedeki genç arkadaşlarımdan notlarını alarak okulu bitirdim. Avukatlık stajımı yine öğretmenliğe devam ederken tamamladım. Stajımı başarıyla tamamlayıp ruhsatımı aldım ama avukatlığa başlamadım. Çünkü o yıl 1. sınıftan aldığım öğrencilerim vardı. 5. sınıfa kadar götürüp mezun edeyim de öğretmen değiştirmesinler diye düşündüm. Onlar mezun oldu ben de emekli oldum. Emekli olduktan sonra iki ay kadar evde oturdum. Çok sıkıldım. Çıkardım sandıktan ruhsatımı astım duvara başladım çalışmaya.

Peki avukatlığa başlayınca fikriniz değişti mi?

İşin içine girince hukuk alanının ne kadar engin, ne kadar derin ve ne sonsuz olduğunu öğrendim. Çok geniş bir alan, ve konuların çoğunluğu oldukça sevimsiz. Her olayın kendine özgü bir çözümü var. Çok çalışmak, çok araştırma yapmak gerekiyor. Ama ben öğrenmeyi severim. Barodaki gönüllü komisyonlarda da çalışıyorum. Çok hırslı, iddialı değilim ama aldığım davayı sıkı tutarım.

Avukatlık kariyerinizin başlarında Sağlık Bakanlığı'na açtığınız ve kazandığınız çok önemli davalar olmuştu. Bunlardan kısaca söz eder misiniz?

İlk davalarımdan biri gözü görmeyen bir bebekle ilgiliydi. Sağlık Bakanlığı aleyhine dava açmıştık. Konak Doğumevi'nde erken doğmuş bir bebekti. Erken doğduğu için onu yaşatma savaşı verirlerken gözünü kontrol etmemişler. Erken doğan bebeklerde prematüre retinopatisi diye bir hastalık oluyormuş. Beş evresi var bu hastalığın. 3. evreye kadar tespit ederseniz tedavi edebiliyorsunuz. 4. evreden sonra bebek kör oluyor. Bu bebek 5. evredeydi. Bununla ilgili idari yargıda bir dava açtım. Sağlık Bakanlığı'ndan yüklüce bir tazminat aldık. O olaydan sonra artık prematüre bebeklerin gözlerini de kontrol ediliyor. Ondan sonra da Türkiye'nin değişik yerlerinden davalar gelmeye başladı. Benim eşim 1.5 yıl bilinci kapalı yattı. SGK hasta altı örtüsünü ödemiyordu. Bir dava da onun için açtım. Dava sonuçlanana kadar eşimi kaybettik. Ama davayı kazandım ve artık hasta altı örtüsü devlet tarafından ödeniyor. Eşim faydalanamadı ama başka hastalar faydalanıyor.

Zor davalar hep sizi buluyor galiba.

Öyle denk geliyor bana. Hepsi mi böyle bilmiyorum. Bundan bir sonuç çıkmaz denilen davalar bana geliyor.

Sizin de dediğiniz gibi hukuk çok geniş bir alan. Özellikle ilgilendiğiniz bir alan var mı?

Belli bir alanım yok. Ne iş olsa yaparız abi gibiyim. Her konuyu merak ediyorum ve araştırıyorum. Her alandan davalarla ilgileniyorum. Sora sora, araştıra araştıra öğreniyorum. Bu süreçte herkesin her şeyi bilmediğini, doğrularının kendi doğruları olduğunu öğrendim. Zaten her şeyi bilinebilecek bir alan değil.

Bir davayı kaybettiğinizde ne hissediyorsunuz?

Çok sinirleniyorum, üzülüyorum. Çok bozuluyorum dava kaybettiğimde. Bir tane oldu. CMUK'tan gelen bir davaydı. Bir çocuk davasıydı. Çok üzülmüştüm. Hala da üzülürüm. O dönem çocuk 17, kız 14 yaşında. Arkadaş olmuşlar. Pidecide çalışıyor çocuk. Kız buna 'biz bir arada olamayız, beni sana vermezler, gel kaçalım birlikte olalım mecbur kalsınlar' demiş. Sonra oğlanın ailesi kız istemeye gelmiş. Bu arada birşey olmuş komşulardan biri bu oğlan senin kızı almaz demiş. Öyle diyince kızın annesinin tepesinin tası atmış gitmiş karakola şikayet etmiş. Çocuğu yakalamışlar. Davasına ben girmiştim. Çocuk sorguda tutuklandı onunla beraber ben de ağlayacaktım neredeyse. İlk celsede serbest kaldı ama bu çocuk için çok uzun ve kötü bir süreçti .Çocuk gerçekten masum. Daha önce hiçbir suça karışmamış. Tertemiz bir çocuk. Cezaevinde öbürlerine benzeyecekti. Tutuksuz yargılandı. Gittim kızı buldum. Kız da ceza almasını istemiyor ama 15 yaşından küçük olunca şikayet gerekmiyor, kamu davası oluyor. Kız, mahkemede ‘’ben yaşımı büyük söyledim, onu kandırdım‘’ da dedi ama olmadı. Çocuğu kurtarmak için çok çabaladım. Şimdi dosya Yargıtay'da, sanırım onanıp gelir. Bu arada çocuk askerliğini yaptı, biriyle evlendi. Arada bir 'benim davam ne oldu' diye soruyor. Ama 8 yıl ceza alacak. Yapabilecek bir şey kalmadı.

Hakimlerin çok sert olduklarını mı düşünüyorsunuz?

Cinsel istismar olaylarında hakimlerin biraz daha hassas olmasını beklerim. Özellikle kadın hakimler çok sertler. Bir kadın hakim, mental geriliği olan kız çocuğuna, 'sana nasıl tecavüz etti, vajinana mı girdi' diye soruyor. Arkadaş o çocuk onu nereden bilsin. Bir de tecavüz mağduruna neden bağırmadın, yardım istenmedin sorusu geliyor '. Hakimlerin en çok eleştirdiğim sorusu bu, 'neden bağırmadın? neden yardım istemedin? Hakimlerin bakış açısını değiştirmesi lazım. Tecavüze uğrayan bir kadın o esnada nasıl bağırsın, nasıl korkusuzca dirensin. Bağırmamış olması adeta sanık lehine yorumlanıyor.

Eskiden de böyle miydi?

Kadını korumaya yönelik 6284 sayılı yasa var, şimdi biraz daha koruyucu koruma tedbir kararları mesela. Hakimlerin bu kararı vermesi için beyan yeterli. Yasal süre 6 ay. Bu tedbir kararları 6 aya kadar veriliyor. Yasanın ilk çıktığı zamanlarda genelde bu sürede veriliyordu tedbir kararları. Ama ilerleyen zamanda bu süreler azaldı, 1-2 ay hatta 10 güne kadar düşen kararlar çıkmaya başladı. Bakış açıları böyle. Son dönemdeki hakimleri bilemiyorum. Yargıda hızlı bir değişim oldu. Deneyimleri ne kadardır bilemiyorum. Sonuçları yakın bir zamanda göreceğiz.

Çok keyifle yapmıyorum

Çocuklara, kadınlara yardımcı olmaya çalışıyorum. Emekli olup evde oturup dantel işlemek yerine zamanımı değerlendirmeye çalışıyorum.

İşaret dili öğreniyorum

Avukatların işaret dili eğitimi alması gerekiyor. İşitme engelliler mahkemelerde de karakollarda da çok sıkıntı yaşıyor. Kendi dertlerini anlatamıyorlar. Mesela otobüste işitme engelli bir çocuk işaret diliyle birşeyler anlatmaya çalışırken yaptığı hareketi kendine sarkıntılık olarak algılayan bir kadın tarafından şikayet edilmiş. Çocuğu apar topar alıp karakola götürmüşler. Ama çocuk derdini anlatamıyor. Bu durumda adil yargılanma hakkı yok. Bireyler arasında eşitliğin sağlanması için en azından işaret dili tercümanı yanında bu ifadelerin alınması gerekir diye düşünüyorum. Kimse işaret dilinden anlamıyor.