Sivas'ın Yıldızeli ilçesine bağlı Banaz Köyünde sazını göğe uzatmış Pir Sultan Abdal anıtını bilmiyorsanız eğer muhtemelen İzmir’den Seferihisar’a giderken yol üstünde Yelki köyü girişinde, sizi buyur eden kadınları görmüşsünüzdür. Ya da Sığacık kavşağında, sepetinde mandalinalarla 'işte burası Seferihisar' diyen, sırt sırta vermiş iki kadının heykeliyle karşılaşmışsınızdır mutlaka. İşte tüm bu şaheserleri yaşamımızın bir parçası haline getiren büyük usta Heykeltıraş Cahit Koççoban ya da bir başka deyişle Seferihisar’ın Cahit hocası ile Teos Yazarlar Evi'nde buluştuk.

Seferihisar’ın daha pek çok yerinde Cahit hocadan izlere rastlayabilirsiniz. Cahit hoca, Seferihisar’dan aldığımı ona geri veriyorum diyor. Doğa ona ne yapacağını, nasıl yapacağını söylüyormuş. Seferihisar'ın denizi kumu, dağı taşı, börtüsü böceği, zeytini, mandalinası söylemiş, o da yapmış. Picasso’ya sormuşlar, burada niye bu rengi kullandınız diye, “ben seçmedim, resim öyle istedi” demiş ya, işte o hesap. Cahit hoca da, bir heykeli tasarlarken mekânla konuşuyor, çevreyi dinliyormuş. Burası ne istiyor, onu anlamaya çalışıyormuş. Yine de bir ihtiyat payı bırakıyor, “Bazen anlamamış, yanlış anlamış da olabilirim” diyor.

Cahit hocam Seferihisar'a yolunuz nasıl düştü?
Ankara'da müze müdürlüğünde dekoratör olarak çaılışıyordum. Kurumda memur örgütlenmesini başlatınca 1979 yılında İzmir'e gönderdiler beni. İzmir'e geldikten sonra da bir daha dönmedim. Danıştay kararıyla kaldım burada.

Sanırım sizi en çok Pir Sultan Abdal heykelinden tanıyorlar. Heykelin hikayesini anlatır mısınız?
Evet en çok o heykelden tanıyorlar. Dönemin Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı birgün beni çağırdı. Emre Kongar'ın müsteşar, Fakir Baykurt ve Aziz Nesin'in danışman olduğu bir dönemden söz ediyorum. Kışlalı'nın yanına gittiğimde odasında Banaz'dan gelen 3 köylü vardı. Köylülerin Banaz'a bir Pir Sultan Abdal heykeli yapılmasını istediklerini söyledi. Banaz'a hiç gitmemiştim ama Pir Sultan'ı çok seviyordum. Hala da çok severim. 3 tane eskiz hazırlayıp götürdüm. Fakir bunlardan birini çok beğendi. Eskizin militanvari bir duruşu vardı. Ben de her üçünü de Sivas'ta sergileyelim hangisi beğenilirse onu yapalım dedim. Sonuçta büyük çoğunluk şuanki heykelin eskizini beğendi ve onu yaptım. Bazı yüzleri yeniden yapmak gerekiyor. Bu heykelin yüzü görünmüyor. Yalnız isyancı tavrı görünüyor. Yeri de önemliydi. Yerini belirlemek için epeyce uğraştım. Yıldız Dağı'na bakan bir mevkiyi seçtim. Yıldız Dağı'nın ona çok esin veren bir dağ diye biliyorum. Ona doğru baksın istedim. 8 metre boyu ile her yerden görünen güzel bir heykel oldu. Ama bazıları, mesela Musa Eroğlu keşke aşağıya yapsaydın dedi. Herkes birşey söyledi. Bence yeri iyi oldu. O dönem bir gazete elindeki saz mı silah mı belli değil diye bir haber yaptı. O heykel de sürülme nedenlerinden biriydi. Ama bu gaddarca bir sürgün olmadı. Güzel bir yere geldim.

Seferihisar'da izole bir hayat yaşıyorsunuz sanırım. Bu üretim sürecinizi nasıl etkiliyor?
Eskiden tilkiler tavşanlar vardı. Biz kalabalıklaştıkça ağır ağır terk ettiler. Ama o güzellik hala devam ediyor. Ben zaten bir heykelin tasarım sürecinde herkesle bağımı koparıyorım. Heykel makete dönüşmeye başladığında yeniden insanlarla bağ kurmam gerekiyor. Buraya çok gelen giden olmadığı için üretimime çok faydası oldu.

Kullandığınız malzemede bir dönüşüm oldu mu?
Artık yeteri kadar taş bulamıyorum, eskiden de bulamazdım zaten. Benim yaptığım heykeller büyük boyutlu anıt heykeller. Çimento bu iş için çok güzel bir malzeme. Son zamanlarda en çok çimento kullanıyorum. Bazı kimyasalları var, onları da katınca biçimlendirmesi çok kolay oluyor. Bir de şaşırtıcı dokular ortaya çıkıyor. Son döenemde Türk kilimlerindeki gibi daha sert köşeli tasarımlar kullanmaya başladım. Ama eski heykellerimle şimdikiler arasında bir bağ var. Şimdiki heykellerimi görenler 'tamam bunu Cahit yapmış' der. Başka birine öykünme yok.

Heykelleriniz tahrip ediliyor mu?
Tasvir yapmak günahtır diyorlar. Dolayısıyla resim de günah. Heykel zaten günah. Bu yoksul halk da öbür tarafa hazırlanırken hep sevap işlemek istiyor. Heykeli kırmak onun günahlarının affedilmesi gibi birşey. Cesaret aldıkları bir sosyolojik durum var. Bu gelip geçici bir şey. Onlar kıracak biz yapacağız.

[caption id="attachment_141446" align="alignleft" width="300"] Sinan Keskin - Cahit Koççoban[/caption]

Umutsuzluğa düştüğünüz oluyor mu?
Hiçbir zaman umutsuz olmadım. Hem biz çok fazlayız. Türk toplumunun tamamı yanlışıyla doğrusuyla Cumhuriyet'in ütopyasını sevdi. Onların Türkiyle, Kürdüyle, Çerkeziyle, Lazıyla, Çingenesiyle vs. birlikte olabileceği tek ütopyanın Cumhuriyet olduğunu biliyorlar. Şu günlerde ne yaptığımızı bilmesek de önünde sonunda doğru yerde olacağız.

Genç nesil heykeltraşları nasıl buluyorsunuz?
İsimlerini pek bilmiyorum. İyice dağlı oldum. Şehir mobilyası formunda heykeller görüyorum. Bunlar da bir ihtiyaç, güzel de yapıyorlar. Ama bu coğrafyada anıtı yapılması gereken kimlikler var. Onların heykelleri yapılmalı. Mesela Börklüce. Börklüce heykeli kıyıya köşeye yapılacak bir şahsiyet değil. 1400'lü yıllarda sosyalizm gibi bir meseleyi kurumsallaştıran birine gereken saygıyı göstermemiz lazım.

İbadet edeceksek semahlarla edelim
Günlerce yüzüme bakmaya fırsat bulmadan çalışmıştım. Birgün muhtarın evinde aynayı fark ettim. Yüzüme bakayım dedim. Muhtar, 'ne o hoca güzelliğine mi bakıyorsun' dedi. Ben de 'aynayı tuttum yüzüme Ali göründü gözüme' dedim. Onu da yeni öğrenmiştim. 'Vay yavrum, Yezid ama nasıl da öğrenmiş' dedi. O güne kadar hiç semah görmedim. Yıldız Dağı'na karşı heykelin dibinde oturuyorduk. Saz çalınıyordu. Birden bir ses gelmeye başladı, sanki dört nala atlar geliyor gibi. Çalıların arasında 3-4 kişi çıktı. Kırat semahına başladılar. Adını sonradan öğrendim. Ondan sonra semahları çok sevdim. Eğer toplum ibadet edecekse semahlarla etsin.

Ege insanı kıymetini biliyor
Kültür varlıklarını koruma dürtüsü toplumlarda gelişirse aşağılık duygusundan kurtulurlar. İnsana öyle bir özgüven veriyor ki. Ege Bölgesi'nde kıymeti biliniyor. Başka yerlerde de arkeologlarımızın, tarihçilerimizin çabalarıyla bilinmeye başladı.