Hulusi Durmuş... 1997 yılında tek başına çıktığı yolculukta bugün 450 kişiye istihdam sağlayan, bünyesinde her biri kendi sektöründe lider Boytekma, Boyamak, Signatekma ve Yoltekma'yı barındırdan Altekma Group ile yıllık 220 milyon TL. ciroya ulaştı.
Türkiye'nin en çalkantılı dönemlerinde gençlik yılları eylemlerde geçen, 12 Eylül Askeri darbesi öncesinde içinde bulunduğu siyasi hareketin büyük baskılara maruz kalmasıyla birlikte önce uzun bir otobüs yolculuğu ile Yugoslavya'ya oradan da trenle Paris'e giden Hulusi Durmuş, yol çizgi makinesiyle döndüğü Türkiye'de sektörün tartışmasız lideri oldu.
Hulusi Durmuş, “Şansa değil ama tesadüflere inanırım. Tesadüfle kimsenin görmediği bir sektörü gördüm. Doğru zamanda doğru yerde doğru işler yaptım. Gazeteye tesadüfen verdiğim tek ilan benim yaşamımı değiştirdi” diyor.
Yaptığı işte son derece mutlu olan Durmuş, işini ülkeye hizmet etmek olarak görüyor. İnsanların can ve mal güvenliğine, şehrin gelişmesine katkı koyduklarını, toplumun uygarlaşmasına yardımcı olabilecek bilgi birikimini sunduklarını dile getiren Durmuş ile, yurtdışına çıkış öyküsünü, Paris'te yaşadıklarını, Altekma'nın doğuşunu ve gelecek hedeflerini konuştuk.

Kısaca Hulusi Durmuş'u tanıyabilir miyiz?
1956 yılında Kayseri'de doğdum. 7-8 yaşına kadar Kayseri'de yaşadım. Babam ticaretle uğraşıyordu. Toptancılık yapıyordu. Kayserili olmasına rağmen ticareti beceremediği için iflas etti. Gururuna yediremedi Ankara'ya taşındık. Yurtdışına çıkana kadar yaşamım Ankara'da geçti.

Eğitim hayatınız Ankara'da da mı geçti?
Gençlik yıllarında taraf olmak gerekiyordu ben de taraftım. Tam okuyamadım. Liseye kendi mahallem olan Mamak'ta kayıt olmak istedim. Okulun düzenini bozarım diye kayıt yapmadılar. Başka bir semtteki bir okula kaydoldum. Ama o dönemler sürekli eylemlere gittiğim için okula devam edemedim ve devamsızlıktan atıldım. Sonra Anıttepe'de Cumhuriyet Lisesi'ne gittim. Onu da bitiremedim. O okuldan da devamsızlıktan dolayı atıldım. Lise eğitimimi tamamlayamadım.

Yurtdışı maceranız nasıl başladı?
Bir tanıdığım aracılığıyla pasaport edindim. Sonra bir otobüsle yurtdışına çıktım. Önce Yugoslavya'ya gittim. Birkaç gün kaldım. Yugoslavya'da gezerken garda gördüğüm bir trene atladım. Trenin nereye gittiğini bilmiyordum. Tren son durağa gelmiş herkes iniyor, beni yolcular uyandırdılar. İndikten sonra Paris'te olduğumu öğrendim. Paris'te birkaç gün gezeyim Almanya'ya giderim diye düşünüyordum. En azından Almanya'da akrabalarım, arkadaşlarım vardı.

Paris'te kalmaya nasıl karar verdiniz?
Gardan çıkıp bir otele gittim. Yaklaşık 10 gün sonra garda bir Türk'le karşılaştım. Onunla karşılaşana kadar doğru düzgün yemek yememiştim. Bize uygun yemeklerin satıldığı yerleri bulamamıştım. O beni bir Türk'ün işlettiği bir kafeye götürdü. İzmirli biri işletiyordu. O kafede ilk defa doğru düzgün bir yemek yedim. Orada tanıştığım kişiler nereden ve neden geldiğimi sordular. Biraz sohbet ettik. Sonra Paris'te kalmamı istediler. Sana yardımcı oluruz dediler. Bana bir pansiyon ayarladılar. Bir hafta sonra Yunanlı biri bizimle çalışır mısın dedi. Konfeksiyon işi yapıyordu. Hiç anlamadığım halde beni işe aldı ve iyi maaş verdi. Hiçbir iş yaptığım da yoktu. Bana Paris'te çok büyük desteği olan insanlardan birisiydi.

Siyasi çalışmalara Fransa'da da devam ettiniz sanırım.
Bir süre sonra çevreyi tanımaya başladıkça öğrencilerin örgütlendiği bir dernekle tanıştım. O derneğe gidip gelmeye başladım. Göçmen işçilerin oturma ve çalışma izni alabilmeleri için bir açlık grevi organize ettik. O grevden sonra 7 bine yakın işçi oturma ve çalışma izni aldı. Bunun 3-4 bini Türk'tü, kalanı da farklı milletlerden insanlardı. Bu arada bir işçi hareketi de oluşmaya başladı. O yıllara kadar Paris'te hep öğrenciler örgütlüydü. O hareketlerle beraber işçiler biraraya gelmeye başladı. Sonra Türkiyeli İşçiler Derneği'ni kurduk. Her görüşten işçinin içinde olduğu bir dernekti. Başkanlığa beni seçtiler. 3-4 yıl derneğin başkanlığını yaptım. Devletten aldığımız bütçe vardı ve bu durum derneği kontrollü bir hareket haline getiriyordu. Dernek pasif olduğu için benim görüşlerime ters geldi orada ayrılıp arkadaşlarımla birlikte Türkiyeli İşçiler Dayanışma Derneği'ni kurduk.

O dönemde Fransa'nın göçmen politikasına karşı yapılan eylemlerde en ön saflarda yer aldınız. Hangi eylemleri organize ettiniz, amacınız neydi?
İlk eylemimiz de Fransız hükümetinin lojman politikasına karşı ev işgal etmek oldu. İşgal yaptığımız bölge çok tehlikeli bir bölgeydi. Üç bina işgal etmiştik ama üçünü koruyamadık. Mahalledeki Araplar kadın ve uyuşturucu ticareti yapıyorlardı. Onlar polislerden rahatsız oldular. Bize savaş açtılar. O zaman ciddi bir Arap-Türk çatışması oldu. Ondan sonra bölgede hakimiyetimizi kurduk. Daha sonraki yıllar siyasetin azaldığı, standart bir hayata geçiş yılları oldu.

Bu “standart hayat”a geçişinizin sebebi neydi?
Aşk! Tesadüflerimin en güzellerinden biri, 1984'te eşimle tanıştım. Öğretmen olmak için Paris'e gelmiş bir güneyliydi. Parisliler güneylileri köylü gibi görürler. Aramızda bir yakınlaşma oldu. Hiç kimse benim evleneceğimi düşünmezdi. Ama olmaz denilen oldu ve hayatım planlamadığım bir yola girdi, evlendik.

Evlendikten sonra bir restoran deneyiminiz de olmuş. Yemek yapmayı seviyor musunuz?
Pansiyonda kaldığım yıllarda dışarıdan kuru yemek yemekten bıkmıştım. Kendim yemek yapayım dedim. Gittim tencere tava filan aldım. Spagetti aldım, getirdim ocağa koydum, bekliyorum pişmesini. Bekledim, bekledim baktım su köpürüyor, dışı hamur gibi içi sert. Olmadı, kaldırdım attım. Meğerse makarnayı soğuk suya koyduğum için olmamış. Gittim kitapçı bir dostumun dükkanından Bolulu Muhittin'in yemek kitabını aldım. Okudum yaptım, okudum yaptım. Evlendikten sonra yapacak bir iş araştırırken, Paris'te Türk restoranı olmadığını fark ettim. Bir restoran açayım dedim. 1985'te evlenmiştim. Hemen o yıl restoranı da açtım. Melike Demirağ, Moğolların efsane davulcusu Engin Yörükoğlu gibi çok kaliteli bir müşteri portföyüm vardı. Daimi müşterilerimiz çoktu. Servisi ben yapardım. Çok sıkıştığımda müşteriler kalkar diğer müşterilere hizmet ederdi. Tatile giderken restoranı müşterime bırakıyordum. Geldiğimde bakardım her tarafı değiştirmişler, boyamışlar, tadilat gerekiyorsa yapmışlar. 3,5 yıl çalıştırdım restoranı. Sonra baktım müşterilerle yaşamaya, evden kopmaya başlamışım. Bütün dünyam orası olmuş. Rağbet gören bir restoran olduğu için çok iyi bir karla devrettim.
Şuan yaptığınız işin temelleri de restoranı devrettikten sonra atılmış. Bunu biraz açar mısınız?
O satışla birlikte ilk defa bir sermayem oldu. Bazı arkadaşlarım gelip 'bizi inşaat sektöründe kandırıyorlar, düzgün iş yapamıyoruz' dedi. Örgütçülüğün getirdiği düşünceyle 'gelin size sanatkarlar birliği gibi bir şey kuralım, tek tek iş almak yerine toplu iş alın' dedim. Onlara öncülük ettim böyle bir birlik oluşturduk. Elektrikçi, doğramacı, tesisatçı gibi farklı alanlardan bir ekip kurduk. Benim Fransızcam iyi olduğu için onlara yardımcı olurken kendimi işin içinde buldum. Sonra bu ekipten ayrılanlar oldu, başkaları girdi. İş benim başıma kaldı. Bir baktım inşaat sektörünün içindeyim ve çıkamıyorum. Bu işi yaparken çok farklı makineleri tanıdım. Şuan kullandığımız bazı makineleri o dönem yaptığımız işlerde gördüm.

Ne zaman ve neden Türkiye'ye dönmeye karar verdiniz?
Bu arada oğlum 10, kızım 8 yaşına geldi. Çocukların kimliklerinin oluşması anlamında ideal bir yaştaydılar. İpin ucunu kaçırırsanız yakalayamazsınız. Çocuklar eğitimlerini kendi vatanlarında, ülkelerinin bayrağı altında, kendi dillerinde görmeli diye düşündüm. 1996 yılında Türkiye'ye dönelim dedim. Eşimde onayladı ve tayinini Türkiye'ye istedi. Tevfik Fikret Lisesi'ne tayini çıkınca hep birlikte Türkiye'ye döndük.

Altekma'nın kuruluş hikayesi de bundan sonra başlıyor sanırım. Türkiye'ye döndükten sonra iş hayatına nasıl girdiniz?
Türkiye'ye geldikten sonra inşaat işi yapayım dedim. EGSPark'ın büyük bir kısmını yaptım. Hafta sonu bakıyorum herkes sıraya girmiş para almak için. Çalıyor mu çalışmıyor mu bilmiyorum. Disiplin yok, temizlik yok, düzen yok. Ben bu işi burada yapamam diye düşündüm. Fransa'da çalışırken kullandığım makineler vardı. Onları getirip satmaya karar verdim. Gıda çarşısında bir ofis tuttum. Oturuyorum ofiste, içerde hiçbir şey yok. Misafirlerim geliyor, ne iş yapacaksın diyor, bilmiyorum, bekliyorum, düşünüyorum diyorum. Herkese garip geliyor. Türkçem de biraz zayıftı o zamanlar.

Yol çizgi makinesi satma fikri nasıl gelişti?
Yine bir tesadüf hayatımın yönünü değiştirdi. Metro inşaatını yapan firmadan bir talep geldi, deniz sularını nasıl keseriz? dediler ve basınçla püskürtme makinalarımız çözüm olur dedim. Fransa'da inşaat sektöründe çalışırken benzer makineleri kullanıyorduk. Ardından benzer makine olan yol çizgi makinelerinin Türkiye’de olmadığını fark ettim, getirip satmaya karar verdim. Makineleri getirdim ama satmak için birşeyler yapmam gerekiyordu. Bir gazetenin Ege ekine ilan verdim. O ilan benim önümü açtı. Hemen belediyelerden talepler gelmeye başladı.

Önceleri sadece makine satarken sonradan çizgileri çizmeye de başlamışsınız.
Makinenin nasıl çalıştığını göstere göstere biz de bu işi yapmayı öğrendik. Hatta biz daha iyi öğrendik. Bize çizgiyi siz çizer misiniz diye soranlar oldu. İlk talep Carrefour'dan geldi. Çiğli Carrefour ile başladık, arkası geldi. Çizgi işi hoşumuza gitmeye başladı. Formula 1 Pisti yapılırken açılışa 15 gün kala daha hiçbir çizgi çizilmemişti. Sanıyorlar ki bu iş hemen olur. Baktılar bu işi yapacak kimse yok bizden başka. Çünkü biz makinayı satan firmayız. Bizden makine alan firmalarda 1-2 tane makine var. Bu iş en az 8 makine ile yapılacak bir iş. 8 makineyle girdik piste ve açılışa yetiştirdik.

Yol çizgi makinelerinden sonra boya sektörüne de girdiniz. Uluslararası bir firmayla ortaklığınız da oldu. Bundan biraz söz eder misiniz?
Türkiyede bu iş için düzgün bir boya yoktu. Fransa merkezli dünya devi bir firmayı Türkiye'ye davet ettik. Yüzde 50 yüzde 50 ortaklıkla Signatekma'yı kurduk. Onlar teknolojiyi getirdiler. Biz de pazar tecrübemizi ve yetişmiş insan kaynağımızı ortaya koyduk. Ancak şirket çok yavaş ilerliyordu. Fransız ortağımız çok büyük bir firma olduğu için karar alma süreçleri çok yavaş oluyordu. Bir de zaman içinde sürekli sermaye artırarak bizim gücümüzü sınıyorlardı. Daha sonraki yıllarda Fransızlar Türkiye'deki siyasi ortamdan tedirgin olmaya başladı. Ben de bir bankadan Altekma'nın prestijiyle çok yüklü miktarda kredi kullanarak hisselerin tamamını satın alıp ortaklığı bitirdim. Signatekma bizim kontrolümüze geçtikten sonra çok hızlı bir büyüme trendine girdi. Önceden bin 500 ton olan kapasitemiz kademeli olarak artarak 15 bin tona çıktı. Sonra da öğrendik ki bu tür büyük şirketler sermaye artırımı yoluyla ortak oldukları firmayı tamamen devralıyorlarmış. Biz buna müsaade etmedik. Tabi şimdi ortaklıktan ayrıldıklarına pişman oldular.

Şuan şirketlerinizin cirosu, Türkiye'deki pazar payınız ve ihracat hedefleriniz nedir?
Türkiye'nin hemen hemen yarısını biz çiziyoruz. Yıllık ciromuz 220 milyon TL. İhracatın ciromuza katkısı şuan çok düşük. Ama bunu arttırmak için ciddi çalışmalar yapıyoruz. Hedefimiz ciromuzun yüzde 25'ini ihracattan elde etmek. Mesela önümüzdeki günlerde Kahire Havalimanı'nın çizgilerini çizeceğiz.

Geçmiş deneyimlerinizden edindiğiniz kazanımları şirketlerinize de aktardığınızı biliyoruz. Altekma'nın olmazsa olmazları nelerdir?
Birincisi ahlaki değerler bizim için çok önemli. Kazıklamayı düşünen burada barınamaz. Çalıştığın sektörde tekel de olsan ahlaki kar dışında bir kazanç elde etmeye çalışmayacaksın. Şuan kendi sektörümüzde tekeliz aslında. Devlet Malzeme Ofisi'nin ihalesiz makine aldığı kurumlardan biriyiz. Dolayısıyla bizim hata yapma şansımız yok. İkincisi satış sonrası hizmet. 20 yıldır satış sonrası hizmete çok önem veriyoruz. Bizi ayakta tutan en önemli özelliğimiz de budur. Üçüncüsü yenilik. Biz arkadan takip eden değil öncü olduk hep. Sadece çizgi makinesi yapmadık, çizgiyi silen, temizleyen makineyi de yaptık. Bizi eleştirenler oldu. Kendi kalenize gol atıyorsunuz dediler. Ama biz insani olarak bunu yapmalıydık. Böyle bir teknoloji varsa bunu da biz sunmalıyız tüketiciye dedik. Başkası getirirse daha kötü olurdu. Bu da bizim saygınlığımızı daha çok pekiştiriyor.

Yeni yatırımlarınız olacak mı?
Kızım Sibel Le Cordon Bleu'dan mezun oldu. Yemek sektöründe ilerlemek istiyor. Benim de Paris yıllarımda böyle bir deneyimim olmuştu. Belki kızımla birlikte yemek sektörüne dönebilirim. Öte yandan bir İngiliz bir Fransız, 2 İspanyol dostumla Fransa'da İntekma ismiyle bir pazarlama firması kurduk. Ortaklarımın hepsi kendi sektörlerinde çok önemli insanlar. Hem kendi ürünlerimizi hem de faydasına inandığımız ürünleri tüm dünyaya pazarlayacağız.

Sporda da zirveye oynuyor

Ticari faaliyetlerinizin yanı sıra bir de Voleybol takımınız var. Altekma Voleybol Kulübü nasıl kuruldu?
Çocuklarım Tevfik Fikret Lisesi'nde okurken voleybol takımında oynuyorlardı. Ben de açıkçası, ticarette başarılı olmaya başladıktan sonra okulun birçok faaliyetine destek olmaya başlamıştım. Çocuklarım okuyor, eşim çalışıyor samimi duygularla destek oldum. Okulun voleybol takımı sıradan bir okul takımıydı. Takıma destek olmaya başladıktan sonra önce bölgesel lige girdiler. Sonra sırayla ligleri bir bir çıkarak 1. lige kadar yükseldiler. Öyle olunca kulüp her şeyiyle bizim kulübümüz oldu. Başkanlığını ben yapıyordum. Şimdi oğlum başkan. 100'e yakın genci barındıran bir kulübüz. Her kategoride takımlarımız var. Kulübün tamamını finanse ediyoruz. Bu yıl Efeler Ligi'ne çıkma fırsatını son maçta kaybettik. Önümüzdeki yıl şansımızı yine deneyeceğiz.