RÖPORTAJ / Sinan KESKİN

Nergis Seli, eski Yugoslavya göçmeni bir baba ile İzmir'de yaşayan Kıbrıslı bir annenin çocuğu olarak İzmir'de doğdu. Küçük yaştan beri hep sanatla ilgilendi. Resim yaptı, dikiş dikti, nakış işledi. Ailesi ticaretle uğraşıyordu. Ne ailesi ne de yakın çevresi sanatı bir meslek gibi görmüyordu. Ticaretten başka gidecek bir yolu yokmuş gibi düşünüyordu. Celal Bayar Üniversitesi'nde İşletme okudu. Hiç sevmediği, mutsuz olduğu bir okul hayatı oldu.

Okuldan sonra hayatın onu yönlendirdiği şekilde yaşadı. Kadın olmanın da getirdiği toplumsal baskının etkisiyle üniversiteyi bitirdikten hemen sonra evlendi. İki yıl sonra kızı Kumsal'ı dünyaya getirdi. Kumsal henüz iki yaşındayken eşinden ayrıldı. Kendisine yeni bir yol çizmeye karar veren Nergis Seli, hayallerinin peşinden koşmaya ve kendine yeni bir hayat kurmaya karar verdi. Uzun zaman ara verdiği okuma serüvenine tekrar başlayan Seli, yeniden eline kalem aldı ve yazmaya başladı. İlk kitabı hiçbir yayın evi tarafından kabul edilmedi. Ama yılmadı, ikinci kitabı Rüzgarla Uçan Çocuğu yazdı. Yapı Kredi Yayınları kitabını basmayı kabul etti. Hatta kitap kısa sürede ikinci baskıyı yaptı. Nergis Seli çemberini kırdı ve kendine yeni bir hayat kurdu.

Son olarak Yılmaz Murat Bilican ile birlikte yazdıkları Düşünce Çemberi serisi yayınlanan Nergis Seli ile, iş yaşamını, kendini bulma sürecini ve yazma tutkusunu konuştuk.

Yazma tutkunuz ne zaman başladı?

Yazma hevesim ilkokulda başladı. Babamın şiir defterleri vardı, onların arkasına şiirler yazardım. Sonraki zamanlarda öyküler ve denemeler yazdım. Yazma hayalimden üniversiteden sonra uzaklaşmıştım. O yıllar hayallerimin peşinden koşmadığım, kendimi örselediğim yıllardı. Toplumsal değer yargılarına göre 'meslek' sahibi oldum, para kazanmaya başladım. Hayatın akışına kendimi bıraktım. Ta ki 30 yaşıma kadar.

İş kadını oldunuz yani.

Tabi tabi oldum. Çok da iyi ve başarılı bir iş kadını oldum. Ama çok da mutsuzdum. İntihar etmeyi bile düşünüyordum. Ailem Alsancak'ta Üniversal Şarküteri ismiyle şarküteri ürünleri satan bir dükkan çalıştırıyordu. 1990'ların başında gayrimüslimlerin domuz ürünlerine olan taleplerinden yola çıkarak Gourmet Pork firmasını kurup domuz ürünleri ihracatına başlamışlar. Pazardaki ihtiyacı iyi değerlendirmişler ve işleri sürekli büyütmüşler. Ben de onlarla birlikte çalışıyordum ama ticareti hiç sevmiyorum. Daha doğrusu bir şey alıp satmayı sevmiyorum, ben üretmeyi seviyorum.

Yaşamınızı değiştirmeye ne zaman karar verdiniz?

30 yaşındaydım. Kızım Kumsal da henüz 1 yaşındaydı. Bir gün salonda koltuğa uzanmış candy crush oynuyordum. Bir anda ağlamaya başladım. Sonra durumumu sorgulamaya başladım. 'Ben ne yapıyorum. Bu oyunun 5 bininci bölümüne gelsem elime ne geçecek' dedim. O gün kendime, 'Nergis, kimsin sen, ne istiyorsun?' sorularını sordum. Şimdi bile aklıma geldikçe ağlamak geliyor içimden. Kalktım koltuktan, kitaplıktan okumadığım kitaplardan bir tane aldım ve okumaya başladım. Ve her gece bir kitap bitirmeye başladım. Ama bu okuma süreci bilgi edinmek, haz duymak gibi, okumaktan kim ne anlıyorsa o değildi. Bir görev gibiydi. Kendimi okumaya bahşediyorum, bu benim hayatım olacak dedim. Keskin bir kararla okuma maceram ateşlendi. Ondan sonra bir baktım elime tekrar kalem almışım. Her gece şiirler, yazılar yazmaya başladım. İçinizde olan bir şekilde ortaya çıkıyor. Olmayan bir şeyi isteseniz de yapamazsınız. İçeride bir yerlerde bir şey olmalı, tohum gibi, ben buna inanıyorum. Sadece doğru şartlar, uygun zaman olmalı.

Sizin için doğru zaman gelmiş o zaman.

Yazma sürecim yeniden başladığında önce şiirler yazdım. Handan hocam (Handan Gökçek) bana 'Sen şiir değil öykü yazıyorsun, şiiri bırak öyküye başla' dedi. Öykü yazdıkça kendimi bulduğumu hissettim. Hissettiklerimi, içimdeki dertleri, kadın olmanın ağırlığını uzun uzun anlatabilmek için bir fırsattı öykü. Handan hanımın öncülüğünde hazırlanan birçok yazar arkadaşımızın öykülerinden oluşan Yakından Geçen Mülteci Öyküler derlemesinde 4 öykümle yer aldım. Öyküler yazdıkça çeşitli dergilere göndermeye başladım. Hepsi reddetti. Sonra bir dergi öykümü yayınlayacağını söyledi. Bir ay bekledim, çıkmadı. Merakla bekliyordum ama çıkmıyordu, açıklama da yapmıyorlardı. Sonra bunu kırdım. İlk Kafkaokur'da yazmaya başladım. İlk yazımın başlığı 'Okuyorum İşte Hatta Abartıp Yazıyorum'du. Yazıyı internette 25 bin kişi okudu. Birilerine ulaşıyor olmak müthişti. Mailler yağmaya başladı. Kendim bir şey zannetim, yazar oldum sandım. O kadar kolay olmuyormuş. Bu yazın aşkıyla, artık tamamen yazının içindeydim. Artık etrafımda yaptığım şeylere değer veren, yazdığımı okuyan insanlar vardı. Eskiden yazdıklarımı şirkette çalışma arkadaşlarıma okuyordum, gülüyorlardı. Haklarını yemeyeyim, dinliyorlardı. Bilgisayar ekranında herkes benim hesap yaptığımı düşünürken ben şiir yazıyordum. Biri geldiğinde ekranı kapatıyorum. Size ait olmayan bir şeyi yapamıyorsunuz, yapsanız bile işte böyle oluyor. Ders kitabının arasında çizgi roman okuyan çocuk gibiydim.

Benim Adım Kumsal ve Rüzgarla Uçan Çocuk kitapları nasıl çıktı ortaya?

Bu arada kızım büyüdü. Kızıma her gece kitap okuyordum. O kadar çok çocuk kitabı okuyunca algıda seçicilik oluyor. Bir süre sonra, gördüğüm duyduğum şeylerden 'ne güzel çocuk kitabı olur' diye düşünmeye başladım. İlk olarak kızım için 'Benim Adım Kumsal'ı yazdım. Bence çok güzel oldu ama hiçbir yayınevi basmayı kabul etmedi. Ama yılmadım. Ege Üniversitesi'nde Kadın Çalışmaları bölümünde yüksek lisans yaptığım dönemde fırtınalı bir gün, yanımdaki arkadaşıma 'bir çocuk olsam uçmuştum' dedim. Eve gittim ve 'Rüzgarla Uçan Çocuğu' yazmaya başladım. 5 ay, tekrar tekrar yazdım, yazdıklarımın üzerinde çalıştım. Kitabı bitirdim ve Yapı Kredi Yayınları'na gönderdim. 2 ay sonra aradılar kitabı basacaklarını söylediler. Kitap geçen yıl yayınlandı. Artık kendime yazar diyebiliyorum. Kitap çıkınca ne oldu biliyor musun? Şu oldu; insanlara, bu kötü, işi amacından saptırıyor aslında, ama, 'alın işte başardım' dedim. Kendimi ispat etmiş oldum sanki. Halbuki böyle bir ispatın içinde olmaması lazım insanın. Kitap çok kısa bir sürede ikinci baskıyı yaptı. Bir gün bir ortamda sohbet ediyoruz. Birisi, 'Nergis'cim sana inanıyoruz, sen bir gün roman da yazarsın' dedi. O da ilginç, sanki çocuk kitapları işin en basit hali, yazmanın başlangıcı gibi görülüyor. Büyüyünce de roman yazarsın gibi bir bakış açısıyla da karşılaştım.

Şuan üzerinde çalıştığınız bir kitap var mı?

Sonra P4C (çocuklar için felsefe) eğitimi aldım. Bu eğitim çocuğumla olan ilişkime de yansıdı. Sonra bunun üzerine bir şey yapmak istedim. Felsefeci arkadaşım Yılmaz Murat Bilcan ile birlikte seri bir kitap çalışmasına başladık. 6 kitaplık bir seri. Bu aylarda Say Yayınları'ndan çıkacak.

İnternetten söz bulup yazı yazıyorlar

Kafkaokur'da, bir facebook aforizması Aşık Veysel'in sözüymüş gibi yayınlandığında çıkan tartışmalı süreçte dergiden ayrıldım. Bunu hazmedemem. Sait Faik'le ilgili bir yazı yazmıştım. Bir cümle için İzmir'deki bütün kitapçıları gezmiştim. Ben eğer bu saygıyı gösteriyorsam, ki bunun böyle olması lazım, yazın camiasındaki herkesin aynı özeni göstermesi lazım. İnsanlar ne yapıyor; internetten söz bulup yazı yazıyorlar.

Yazmak benim hayatım

Dergilerde yazdığım dönemde biri bana 'para mı kazanıyorsun ki, o senin mesleğin değil' demişti. Ben de 'para kazanmam gerekmiyor, para kazandığım iş benim mesleğim olmak zorunda değil ama bu benim mesleğim' dedim. Yazmak benim her şeyim, hayatım. O yıllarım bunu anlatma savaşıyla geçti.

Umut Çocukları Derneği'ni kurdu

30 yaşımdan sonra başlayan dönüşüm sürecinde instagram hesabımdan ciddi bir takipçim vardı. Erzurum'da öğretmen olan bir takipçim 'Burada kütüphane yok, yardım eder misiniz' diye bir mesaj gönderdi. Fotoğraf istedim, güzel bir yazı yazdım ve paylaştım. Sonra bir okul, bir okul daha derken 1 haftada 4 okuldan talep geldi. Hayır diyemezdim. Ben bütün çocukları seviyorum. Kendi çocuğumun geleceğini düşünerek hareket etmek gibi bir lüksüm olmadığını düşünüyorum. Evimde kek pişirip, mis gibi kokan kahvemi yapıp bir köşede oturamam. Bir şey yapmam gerekiyordu. Bir süre sonra insanlar bana 'hesap numarası verin para göndereceğiz' demeye başladılar. O zaman şunu anladım insanların birbirine güvenmeye ihtiyacı var. Sonra Nergis sen bu derneği kur dedim. En azından yasal zeminde olsun ne yaptığın bilinsin. Ben kendime güveniyorum ama başkaları da daha şeffaf görebilsinler dedim. Ama pişman oldum. Çok bürokrasi var. Ben oturup hesap kitap yapmak istemiyorum. O bürokrasiyle uğraşacağıma daha çok okula yardım edebilirim.