Dünyanın saygın ülkelerinde üniversite rektörlük seçimleri asla kamuoyu gündemini kaplamaz. Çünkü üniversitenin mali, idari ve akademik olarak sürdürülebilirliği o üniversitenin öğrencisinden akademisyenine kadar herkesin katkı sağladığı kökleşmiş geleneklere bağlı olarak şekillenir ve dünyadaki varlığı buna göre değerlendirilir.

Üniversitelerin tarihi 10 yüzyıl önceye kadar gitmekte ve günümüzde de toplumsal değişimin öncülüğü yapan kurumların başında gelmektedir. Geçen yüzyılda daha çok bölgesel dinamik ve kalkınmanın lokomotifi rolünü oynasalar da şimdilerde küresel ölçekte hizmet üreten bilim merkezleri olarak teknolojik, ekonomik ve sosyal dönüşümlerin öncüsü sıfatlarına evrilmişlerdir.

Bu evrim, kendi içlerinde de devam etmiş, kamusal gelenekçi eğitim yapılarından dev ticaret ve endüstriyel şirketleri kapsamında bulunduran zincir kampüsler şeklinde örgütlenme içerisine girmişlerdir.Eğitim ve Bilim Merkezleri hızla fark yaratan bilginin üretilmesi ve bunun da kotarılarak toplumun hizmetine bir ürün olarak sunulabilmesi imkanı içinde olağanüstü parasal değerlerin de katma değer olarak ortaya çıktığı bir gerçek ile karşılaşılmasını getirmiştir. Bir anlamda ulus ötesi ve uluslar üstü bir yapı söz konusu olmuştur.

***

Bu bağlamda ülkemize baktığımızda, üniversitelerin darbe ortamının şekillendirdiği 4 Kasım 1981 tarih ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'yla sevk ve idare edildiğini görmekteyiz. Bu kanuna göre,Yükseköğretim Kurulu cumhurbaşkanı tarafından seçilen 7, bakanlar kurulu tarafından seçilen 7 ve üniversitelerarası kurulca seçilen 7 olmak üzere toplam 21 üyeden oluşmakta.

Süreç içinde YÖK için lağvedilmede de dahil reform düşünceleri hep dile getirildi. Rektörler de ilk zamanlar üniversite içinden öğretim üyeleri tarafından seçilecek adaylar arasından en yüksek oyu alan üç adayın Cumhurbaşkanına YÖK tarafından gönderilerek birisinin seçilmesi şeklinde tezahür ederken son yıllarda bu da değiştirilmiş, YÖK’e başvuru ve Cumhurbaşkanının ataması haline gelmiştir.

Bu tercih, o üniversitenin tanımadığı ve tanınmadığı akademisyenleri o kurumun en üst makamına atanması koşullarını da beraber getirmiştir. Bu uygulama dünyada sadece İskoçya'da var: Orada da rektör üniversite dışından olmak şartıyla 3 yıllık bir süre için ama o üniversitenin öğrencilerin oylarıyla seçilirler!

Örneğin ünlü Harvard Üniversitesi'nde rektör, mezunlar derneği tarafından atanır. Doğrusu birçok ülkede de olduğu gibi her üniversitenin kendi misyon,vizyon ve hedefleri kapsamında, liyakat ve yeterlilik esaslı, bir takım kriterleri referans alan, öğretim üyesi, idari personel ve öğrencilerin belirli ağırlıkta temsil edildiği bir kurul tarafından rektörün seçilmesidir.

***

Gelinen noktada,Türkiye’de üniversitelerin yeniden yapılandırılması bir zorunluluktur. Bu çalışma kapsamında rektörlerinin seçilmesi de ayrı bir başlık olacaktır. Özellikle rektörlerin görev ve sorumlulukları ve daha önemlisi de üniversitenin idari ve mali özerkliği, ekonomik sürdürülebilirliği öncelikli bir konudur. İdareci geçmişi ve yeterliliği olmayan rektörlerin rektör atanarak bu konuda tecrübe kazanmasının maliyeti kamu ve üniversite için çok yüksek maliyetlere yol açmaktadır.

Esasında ülkemizde Vakıf Üniversiteleri için bu uygulamalar yapılabilmektedir. Rektör seçilme kriterini üniversitenin yönetim kurulunca tespit edilmekte, seçilen aday onay için YÖK ve Cumhurbaşkanına gönderilmekte, onlar da atamayı yapmaktadırlar. Koç, Sabancı, Ekonomi gibi saygın üniversiteler liyakatlı rektör seçimleri ile her geçen gün dünya çapında değerli çalışmalara imza atmakta, skaladaki yerlerini küresel kategoride yükseltmektedir.

Umarız, üniversite reformlarını geciktirmeyiz.