Prof. Dr. Doğan GÖÇMEN

Reklamın iyisi ve kötüsü olmaz. Erbaş, bir bakıyoruz yengece, kalamara, ıstakoza, karidese, midyeye ve kurbağaya takmış; bir bakıyoruz anadili Türkçe olan insanların öz Türkçe bir selamlama sözcüğü olan “günaydın” kelimesine takmış. Bunu yaparken de Türkçe konuşuyor ve öyle bir yöntem seçiyor ki insanların tüm ‘ulusal onurları’ kırılsın ve duyguları incinsin. Fakat yaptığı açıklamalara, yakından bakıldığında, affedilmez gaflar ve sonuçları bakımından telafisi zor bilimsel yanlışlar içermektedir. Erbaş, Diyanet olarak yaptığı en son açıklamalarından birisinde üniversite kampüslerinde ve öğrenci yurtlarında Kuran kursları açacaklarını bildirdi. Neden? Eğer belirtilen doğruysa, eğer hâlihazırda on binlerce Kuran kursu var ise, neden şimdi de kampüs ve yurtlarda da kuran kursu açılmak isteniyor?

Kuran nasıl okunursa aydınlatıcı olur?

Her şeyden önce belirtmek gerekir ki Kuran’ı, İncil ve Tevrat gibi diğer dini metinleri de okumak kuşkusuz eğitici ve aydınlatıcı olabilir. İnsanlık dediğimiz uygarlığın bu tarihsel metinleri insanlığın ahlaka uygun, adil toplumlar kurma çabasının ortaya çıkardığı zihin emeğinin büyük ürünleridir. Örneğin Hesiodos’un İşler ve Günler’i, Platon’un Devlet’i, Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik ve Politika’sı ve Dante’nin Monarkiya’sı ve Farabi’nin İdeal Devlet’i gibi. Kuran, “kutsal” metin olarak tanımlansa da; sonunda amacı toplumun ekonomisini, politikasını, hukukunu ve ahlakını temellendirmektir. Kuran, ebedi (ezeli değil) bir metin olarak okunmak istense de başvurulan argümanlar tarihseldir. Kuran’ın vahiy yoluyla geldiğine dair iddia da gerekçelendirilirken tarihsel bir argüman kullanır. Birer Tanrı sözü ve buyruğu olduğu kabul edilen diğer dinler bozulduğu için Tanrı sözünü ve buyruğunu Kuran’da yenilemiştir. Bu, Tanrı’nın da olaylara tarihsel yaklaştığını iddia etmenin başka bir biçimidir. Ayrıca her ayetin dünyada olan tarihsel olaylarla ilişkili olduğu da bir gerçektir.

Kuran, onda ekonomik, politik, hukuki ve etik bakımdan nasıl bir toplum kurulmak istendiğine ilişkin bilgi verir. Fakat tarihsel bir metin olması nedeniyle İslam öncesi kültürlere, topluluklara, inançlara vesaire ilişkin değerli bilgiler de içermektedir. Bu bakımdan Kuran’ı tarihsel olarak okumak da son derece eğitici ve aydınlatıcı olabilir. Fakat bunun için metinin, anlamı dahi bilinmeden Kuran kurslarında sözcükleri ezberletmek yerine, gerekli bilimsel koşullar oluşturularak yöntemsel bakımdan doğru bir şekilde okunması yerinde olacaktır. Kuran gibi tarihsel metinleri okumak ve anlamak için son derece kapsamlı filolojik bilgi gerekli olduğu gibi felsefi, ekonomik, sosyolojik ve tarihsel kültürel bilgi de gereklidir. Bu yazıyı kaleme almamızın nedeni bu söylediklerimiz değildir. Bunların hepsi hâlihazırda örneğin Hans Küng gibi uluslararası alanda kendisini kanıtlamış ciddi teologlar ve Mircea Eliade gibi din tarihçileri tarafından dile getirilmiştir. Bu yazıyı kaleme almamızın nedeni, Erbaş’ın üniversite kampüslerinde Kuran kursları açmak için ileri sürdüğü gerekçedir.

Erbaş, üniversite kampüslerinde ve öğrenci yurtlarında kuran kursları açma gerekçelerini açıklarken, Kuran kurslarını “şeytandan korunmuş bölgeler” olarak nitelendirmiştir.[1] O halde, Erbaş kampüslerde ve öğrenci yurtlarında Kuran kursları aracılığıyla şeytan kovmak ve onu kampüslerden ve yurtlardan uzak tutmak istemektedir.

Şeytan nedir? Kötü kimdir?

“Şeytan” sözcüğünün birçok anlamı vardır ve kökeni İslam öncesi Araplara ve başka kültürlere dayanmaktadır. Şeytan her şeyden önce bir “varlık” olarak kabul edilir. Eş deyişle şeytan vardır. Nedir şeytan ve nerededir? Diğer taraftan şeytan kötü huylu ruhların başını çeken ‘isyankâr melek’ olarak nitelendirilir. İslam öncesi kültürlerde kötü ruh veya “cin” olarak da nitelendirilmiştir. Öyleyse, bu anlayışa göre şeytan vardır, isyankârdır ve bu nedenle kötü huylu bir cindir. Bu soyutlukta kaldığı sürece şeytan sözcüğü işlevsiz kalır. Şeytan, örneğin Diyanet’in yayınladığı İslam Ansiklopedisi’nde, biraz daha yakından, biraz daha somut olarak “haktan ve hayırdan” yani doğru ve iyi olandan ayrılmak olarak tanımlanır.

Nedir doğru olan? İyi nedir?

Hâkim İslami düşünce geleneğinde, akıl yürütmenin bu aşamasında mantıksal bir ‘atlama’ yapılır. Doğru ve iyi/hayırlı olan, dolayısıyla yanlış ve kötü/şer olan, bizzat insan ilişkilerinin kendilerinin nedenleri, süreçleri ve sonuçları incelenerek belirlenmez. Tersine, kolaycı bir akıl yürütmeyle tahakkümcü bir bakış takınılır ve iktidarda olan doğruya ve iyiye işaret eden olarak alınır. Buna göre, hak ve hayır muktedir tarafından belirlenmiştir. Böylelikle son derece soyut olan şeytan betimlenmesi somutlaştırılmış olur. Şeytan sözcüğü hemen her durumda işlevsel kılınacak bir şekilde genel olarak “muhalefet” edenler, “isyankâr” olanlar için kullanılır. Bu bakımdan eğer Kuran kursları “şeytandan korunmuş bölgeler” olarak tanımlanıyorsa, bununla oraların ‘muhalif olanlardan korunmuş bölgeler’ olduğu kastedilmektedir. Bu, solun “kurtarılmış bölgeler” sözlerini hatırlatmaktadır ve solun bu sözleri ne kadar anlamsız ise “şeytandan korunmuş bölgeler” sözleri de o kadar anlamsızdır.

Üniversiteler gerçeğin bilgisinin yuvasıdır

Üniversiteler ve kampüsler eğitim ve öğretim yuvasıdır. Üniversiteler kökenden bu fikir üzerine kurulmuştur. Buralarda muktedirin tahakkümü inşa edilmez, bilgi üretilir. Bilgi gerçeğin bilgisidir. Gerçeğin bilgisi, insan kendisini bildi bileli sürekli yeniden aradığı ve temellendirmeye çalıştığı şeydir. Gerçeğin bilgisi insana teorik yöneliminde ve pratik davranışlarında doğru yönü yani ahlaki veya iyi olanı gösterir. Öyleyse temellendirilmiş gerçek bilgisi için, insanın özgürlüğünü temellendiren bilgidir denebilir.

Erbaş, bu açıdan, “Kur’an kurslarımız, kötülüklerden insanları uzaklaştırmanın merkezleridir” derken, Kuran kursları aracılığıyla kampüsleri ve yurtları neyden korumak istiyor, oralardan neyi uzak tutmaya çalışıyor? Bu yönelim, üniversiteleri özlerinden, tarihsel misyonlarından yani gerçeğin bilgisini üreten özgürlükçü özlerinden uzaklaştırmış olmuyor mu? Öğreti için, eş deyişle gerçeğin bilgisini edinmek, her biri kendi özgürlüğünü temellendirmek için üniversitelere gelen öğrenciler, Kuran kursları aracılıyla kimden korunmuş ve neyden uzak tutulmuş olacak? Peki, hocalar, üniversitelerde tüm olumsuz koşullara ve yetersiz olanaklara karşın gerçeğin bilgisini temellendirmeye çalışan, öğrencilere gerçeğin bilgisine ulaşmanın yöntemini öğretmeye çalışan akademisyenler ne olarak tanımlanmış oluyor? Sonra, Kuran kurslarına katılmayan öğrenciler ne olarak tanımlanmış olacaktır? Şeytan kimdir?

Kuran kursları öğretim hayatına huzursuzluk verecektir

Yukarıda sunduğumuz çözümlemeden sora “Rabbimiz buyuruyor ki bir yerde eğer Allah zikredilirse oraya şeytan yaklaşamaz” sözlerinin kime veya neye işaret ettiğini tahmin etmek çok zor değil. Erbaş’ın sözlerinden bu bağlamda “Allah” kavramının yaratıcıya değil, bir muktedire işaret ettiği anlaşılıyor. Zira yukarıda gösterdiğim gibi, “şeytan” ile kastedilen muhalif olandır ve ayrıca burada söz konusu olan daha çok iyi ve kötünün bilgisidir, varlık bilgisi değil. Dolayısıyla “Allah” sözcüğü ahlaki anlamda da yasa koyucu olana işaret etmektedir. “Allah’ın Kuran-ı Kerim orada okunursa oraya şeytan yaklaşamaz” sözlerinden ise, şeytanın yani muhalif olanın uzak tutulması için muktedirin sözlerinin okunması anlaşılıyor. Bu gözlemimiz, “Kuran-ı Kerim” tabirinin orijinal ve sözcük anlamıyla da örtüşmektedir, çünkü öyle anlaşılıyor ki bu sözler “soylu topluluk” anlamında alınmaktadır. Öyleyse Kuran kurslarına katılanlar muktedirin soylu toplulukları olarak tanımlanmış oluyor. Eş deyişle Kuran kurslarına katılmayanlar, en azından potansiyel olarak, ahlaki değerler bakımdan ‘alçak’ ve ‘kötü’ olarak tanımlanmış olmaktadır.

Erbaş, çerçeveyi genişletir, kampüslerle ve öğrenci yurtlarıyla sınırlı tutmaz, tüm ülkeye yayar. Ona göre Kuran-ı Kerim’e uyulduğu sürece, Kuran-ı Kerim “bu topraklarda” yani tüm ülkede “okunduğu” ve “yaşandığı” sürece “bu toprakları şeytanın hilelerinden, fitneden, tefrikadan, kötülükten muhafaza edeceğiz” demektedir. Peki, Kuran kurslarına katılmayanlar baştan potansiyel “kötü” ve “fitne” olarak tanımlanmakla öğrenciler arasına nifak sokulmayacak mıdır? Sonra, Kuran kurslarında söylenen söz ile dersliklerde söylenen söz ve verilen bilgi çeliştiği zaman üniversite hocaları “şeytan” olarak tanımlanmış olmayacak mıdır?

Öğrenci yurtları basit bir şekilde öğrencilerin yatıp kalktıkları yerler değildir. Yurtlar da öğrencilerin yaşam ve öğrenme alanıdır. Dersliklerde öğrenilenler yurtlarda öğrenilmeye devam etmektedir. Buralarda da Kuran kurslarına katılanlar ile katılmayanlar, dersliklerdeki söz ve bilgi ile Kuran kurslarındaki söz ve bilgi karşı karşıya gelecektir. Bu durum her bakımdan bir çatışma ortamı yaratacaktır. Öğrenciler ve hocalar arasındaki huzuru daha çok bozacaktır. Öyleyse denebilir ki her kampüse bir cami projesi ne kadar akıl dışı bir proje ise, kampüslerde ve öğrenci yurtlarında Kuran kursu açmak da o kadar anlamsızdır. Üniversiteler birer bilim, eğitim ve öğretim yuvasıdırlar ve öyle kalmalıdırlar.