Bir ülkede “ortak payda”, anayasasında yazılı ilkeler bütünüdür. Burada ele aldığım anayasal düzen, ileri Batı ülkelerinde uygulanan demokrasi anlayışıdır. Elbetteki Batı demokrasileri ülküsel (ideal) birer yönetim biçimi olamamıştır. Örneğin gerek Fransız Devrimi'nin “insan hakları” duyurusu, gerekse ondan esinlenerek düzenlenen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi henüz tam olarak uygulanabilmiş değildir. Dile getirdikleri gibi, “bütün insanlar eşit” doğuyor, ama ne yazık ki eşit yaşamıyor. Ancak şimdiki durumda onların demokrasisi, uygar yaşamın en ileri ölçütü sayılmaktadır. Bir türlü aşılamayan çelişkiler bir yana, hiç değilse demokrasi kavramı, soyut bir tanımdır, bir inançtır. Ben burada “ortak payda”yı partiler ve iktidar-muhalefet etkinlikleri düzleminde ele alacağım.

Demokrasi uygulamasında, ister iktidarda, isterse muhalefette olsunlar, bütün partiler “ortak payda” işlevi gören anayasaya uymak zorundadır. Bu çerçevedeki partiler arasında şu iki temel ilişki biçimi geçerlidir: 1) Anayasaya uyan bütün partiler birbirleriyle “ayrıtlık” (kontrast) bağıntısı içindedir, çünkü siyasal tutumları açısından birbirleriyle benzeşmezler, ama çelişmezler de; ayrımlı renkleriyle, bir kumaş bezeği gibidirler. Kısacası bu partiler, ülkenin sunduğu “renkler tayfı”dır (spectre des couleurs). 2) İktidar ile muhalefet partileri arasındaysa “karşıtlık” (opposition) bağıntısı vardır. Birbirleriyle konum değişimi olabileceğinden, “eşdeğerli”dirler: Biri ötekinden daha üstün sayılmaz.

Ayrıca, kural dışı olarak, anayasaya uyan ve uymayan partiler arasında, paydaları ortak olmadığından, “çelişki” (tezat) vardır. Bu bir ilişkisizliktir.

Burada kullandığım üç sözcük (ayrıtlık-karşıtlık-çelişki), mantıksal kavram anlatan birer terim değerindedir. Gündelik dilde biri yerine öteki kullanılabiliyor. Ama bu sözcüklerin biçiminden çok, içerdiği ayrımlı kavramlar önemlidir, çünkü mantıksal çözümlemelerde işlemsel değer taşırlar. Öyleki alışılmış, çoğu kez de yanıltıcı sözcüksel anlamlardan kaçınmak için, çağdaş (soyut) mantıkta, sözcük yerine simgeler kullanılır. Kısacası bu tür terimleri doğal dilin anlam değerleriyle karıştırmamak gerekir.

Amacım, partilerin siyasal konumları (yani ideolojileri) ile edimleri üstüne bir değerlendirme yapmaktır. Bu açıdan anayasaya uyan ve uymayan partiler arasında demokratik bir ilişki kurulamaz, çünkü dayanakları (argümanları) aynı türden değildir. Aralarında çelişen bu partilerin söylemleri, birbiriyle kesişmeyen, birbirine koşut olmayan (yönleri değişik) çizgiler gibidir. İktidarın halkçıl (demagojik) söylemiyle beslenen bu çelişki, giderek anlamsız bir çatışmaya dönüşür: İktidarın başı, muhalefetin soru ya da eleştirilerine umursamaz kalır ya da sert tepki gösterir. Kaldıki iktidarlar, anayasaya uymak yerine, iç ve dış güçlerin yardımıyla anayasayı kendilerine uydurmayı yeğlemiştir.

Bizde öteden beri, sağcı-solcu ya da dinci-laik partiler arasında, anayasal ortak paydada iletişim tam olarak kurulamamıştır. Özellikle anayasanın korunmasından sorumlu olan iktidarın başındakiler, bu ortak paydayı kendilerine engel gibi görmüştür. Önce anayasayı bir gömleğe benzeterek “millete geniş” geldiğini dillendirmekle başlayan ve “anayasayı bir kez delmek”le süren bu yumuşak baskı yöntemi, giderek sertleşen bir buyurganlığa dönüşmüştür.

Örneğin karşılıklı olarak birbirini faşistlikle suçlayan Kılıçdaroğlu ile Erdoğan arasında, siyasal tartışmadan çok, giderek tırmanan ve bütün toplumu ayrıştırarak savaşa iten bir kışkırtma söz konusudur. Gerçekten toplum, bu “zat”ların atışmalarını birer horoz döğüşü, bilek güreşi, boks ya da sumo izler gibi izliyor ve kendi şampiyonunu alkışlamaya hazırlıyor.

Sonuç olarak bizde iktidar partisi ile muhalefet arasında olağan bir siyasal karşıtlık ilişkisi yerleşmediğinden, iyi kötü işletilebilecek anayasal düzenimiz yerini tehlikeli bir savaş sürecine bırakmış ve unutturulmuştur… İktidarın “beka” diye tutturduğu şey bu olmalı!

Keşke muhalefet, “abesle iştigal” yerine, yüzünü sürekli olarak topluma dönük tutabilse!