Geçtiğimiz günlerde elime geçen bir kitap hayli ilgimi çekti; şiirlerini okumaya doyamadığımız, yazın dünyamızın ustalarından Turgut Uyar’ın, 1978 ve 1984 yılları arasındaki bir kısım yazılarının derlemesiydi bu elime geçen… O yıllarda, “Elele” dergisinde yayımlanmış olan yazı ve söyleşilerini kitaplaştırmış Özge Şahin.

Kitabın bir bölümünde Turgut Uyar Usta, Alexander Spoerl’ın kaleme aldığı “Ortaçağdan Gelen Adam” adlı eseri yorumlamış ve kitabın bir bölümünden de bahsetmiş;

Kitaba göre ortaçağda, hayata gözlerini kapamış olan Valentin Pachmayr adlı adam, yirminci yüzyılda bir biofizik enstitüsü tarafından uyandırılır. Aradan geçen dört yüz yılın ardından gözlerini yeni dünyaya açan Pachmayr’ın başından geçenler arasında arkadaşı Toni’ye anlattığı bir futbol yorumu da var ki sizlerle paylaşmadan edemeyeceğim;

“-Ah evet! Üstelik savaşı seyretmek için bir de para ödememiz gerekti.

-Savaş mı? Benim savaştan filan haberim yok. Peki ama neredeydi bu savaş?

-Büyük bir çayırda. Tipik bir meydan savaşıydı diyebilirim. Bizler çayırın kenarında oturarak, hiçbir şeye karışmadık. Renkli çizgili giysileri içerisindeki taraflar, benekli bir top için birbirlerine girdiler.

-Ah Pachmayr, bu savaş değil, yalnızca bir top oyunu.

-İşte buna inanmam Toni. İki yerine yalnızca bir topları olduğu için büyük bir hırsla savaşıyorlardı…”

Yazar Alexander Spoerl’in can verdiği Pachmayr’a göre yemyeşil çayırlar sadece savaş alanlarıydı ve buralarda oynanmaz savaşılırdı. Üstelik izlediği bu savaşın sebebi ise paylaşılamayan futbol topunun sayısal yetersizliğiydi. Yazar Spoerl bu bakış açısını Ortaçağ karanlığına gizlemişti üstelik.

Yakın günümüze dönelim;

30 Ekim 2020 günü, büyük bir sarsıntıyla irkildik. Sarsıldık ve çok korktuk. Kimilerimiz küçük, kimilerimiz çok büyük kayıplar verdik, evler, yurtlar ve canlar kaybettik.

O sırada depremin tam aksi istikametinde, ülkemizin en doğusunda, iktidar partisinin toplantısının olduğunu da, televizyon kanallarından öğreniyorduk. Enkaz canlı yayınlarından, Van’a geçiyordu kanallar… Ve ne acıdır ki, ortaçağdan gelen Pachmayr’ın yemyeşil çayırlarında sandalyeler dizilmiş, çayırı çevreleyen tribünlerde de taraftarlar yerlerini almıştı. Ve sonu açıkça önceden belirlenmiş bir savaşı izliyorlardı.

Üstelik, o çayırları çevreleyen tribünler, futbol oyununu izlemek isteyenlere, korona salgın önlemleri çerçevesinde yasaklanmışken!

Malum korona salgını tüm hayatlarımızı kilitlemiş durumda… Önlemlerle ve kısıtlamalarla, öyle görünüyor ki, bir müddet daha iç içe yaşayacağız. Ancak bu kısıtlamalar sadece bazılarımız için mi geçerli olmaya devam edecek?

Futbol başta olmak üzere bazı örnekleri daha önce vermiştim; Profesyonel futbol maçları oynanırken amatörler ve alt yaş grupları neden oynamıyorlar diye… Salgının artışı, kontrol dışılık, dikkatsizlik gibi pek çok söylem ortaya atılıyor bu yazdıklarımıza karşılık…

İyi de kardeşim;

Ben maça gitmek isterken, “Hayır, sana yasak” de. Ama sen toplantı, kongre ve diğer istediğin her şeyi yap; tipik bir “agaya beleş” klasiği… Ya da “nalıncı keseri gibi kendine yontma” durumu…

Sonra da, bu “agaya beleşçilerden” ya da “nalıncı keseri” sahiplerinden birileri çıkıp, “bizden önce araba bile yoktu” dediğinde şaşırıyoruz! Şaşırmayalım; ortaçağdan gelince böyle oluyor!

Dipnot; “…Bilmem rengi nasıldır, boyu ne kadar/ Biçen her kimse yıllardır yanlış biçiyor/ Bir elbise ki, alabildiğine dar… ” Turgut Uyar.