Yıkımlar bitse de enkazlar kaldırılsa da yeni “cici” binalar yapılsa da daha çok uzun süre yazacağım.

Kim kızar, kim takar, kim düşman olur umurumda değil...

Aç kalsam da hapislere düşsem de hatta öldürülecek olsam da umurumda değil...

Çünkü artık iyice gerildim. Kamera önleri ile kamera arkaları farklı inanın. Ne medyanın ilgisini çekiyor “onlar” ne de “devletin”...

Biliyor musunuz, depremin üzerinden iki hafta geçti, “onları” ne konuşan ne fark eden ne düşünen çıkmadı.

Hatta “hakaret” gördüler “itildiler” hatta “yok sayıldılar”.

Tek suçları, kabahatleri, ayıpları “evlerinin yıkılmamasıydı” onların.

Hele de hem evi yıkılmayan ve hem de “kiracı” olan fakat depremin en yıkıcı olduğu, canlar aldığı alanlarda oturanlardı onlar!

Açıkça yazıyorum işte, “onlardan” biri de benim. Benden başka da çok var inanın.

Evimiz bir yığın “hasarlı” ev içinde “hasarsız” çıktı. “Oturabilirsiniz de” dendi. Peki ya psikoloji? Bu kadar mı önemsiz?

Eşimin alışveriş için gittiği Yılbaz Erberk binası altındaki “üç harfli “market, eşimin gözlerin önünde yıkıldı. Ölenlerin, sağ çıkanların ilk çığlıklarını duydu eşim.

Siz Bayraklı mahallelerinde “deprem yaşamış” herkesi “ev sahibi” evi de “az, orta, ağır hasarlı” mı sanıyorsunuz? Çadırlarda yaşayan herkesin evi mi yıkıldı?

İlginç tespitler var, “depremzede” sayılmanız için, eviniz hasarlı olacak, mülk sahibi olacaksınız ve çadırda kalacaksınız. Ciddiyim, bunu bazı edepsizler yüzümüze karşı söylediler. O depremde, evi zarar görmeyen ama evinin içinde nesi varsa kırılan “kiracılar” ne peki?

Yurttaş değil mi? Vergi vermiyor mu? Askerlik yapmamış mı?

Ya “kiracı” öğretmen, polis, asker, memurlar? Onlar da aynı durumda.

Bu arada demeliyim ki ne emlakçılar ne de nakliyeciler bu “dayanışma” sınavından geçemediler. Taşınmak, daha sağlam olduğuna inandığı bir eve geçmek isteyen “kiracılara”. Hem de yüzlerine karşı: “Eviniz hasarlı değil, size Valilik kararını uygulamayız. Biz size özel ambalajlanmış kazık sunuyoruz” der gibi fiyatlar veriyorlar. Ev sahipleri, emlakçılara talimat verip “depremden gelenlere artı bin lira deyin” diyebiliyorlar. Eşek bağlasan durmayacak evler, deprem öncesi bin lira etmezken, şimdi kaç bin lira araştırsın AKP İl Başkanı Sayın Kerem Ali Sürekli Bey. Geçen gün mahallemi dolaşırken rastlaştık. O sıcak tebessümüyle “geçmiş olsun” dedi. Vatandaşların dilek ve şikayetlerini ilgiyle dinledi. Ama bizlerin “yaşadıklarına” “gördüklerine” uydurulmuş dedikodular da dedi. Üzüldüm... Çünkü “depremi politize” etme “alçaklığını” yapacak biri değilim. AFAD, Şehircilik Müdürlüğü’nün kameralar önünde başka, arkasında başka davrandığını BEN yaşadım. Büyükşehir ve diğer belediyelere AFAD’ın ne zorluklar çıkardığını biliyorum. Ben yazınca “siyaset” ama AKP’li söyleyince “durum analizi” öyle mi? Onlar gibi diyeyim o zaman: “Allah gördü” efendiler!

Toparlarsam durum şu. Hasarsız ama kirazcı olanlar kesinlikle “yok sayılıyor”. Deprem bölgesindeki “psikoloji” asla hesaba katılmıyor. Evlerinden eşya çıkarmaya çalışanlara yaşatılan duygular bile bana bir ay yazı konusu olur. Kim organize ediyorsa bilsin ki, deprem mahalleleri jandarmanın içtima alanı değil.

Rica ediyorum Sayın Devletim, Cumhurbaşkanım, Valim, Bakanım! Bırakın siyasi ayrımcılığı, deprem geldi mi ayırmıyor can alırken, ev yıkarken. Maddeye değil, manaya bakın. Sözde değil özde birlik olalım. Ayırmayın deprem yaşamış bizleri. Kırmayın psikolojik çökmüş vatandaşları. Size “getirilen” her bilgiye inanmayın, kendiniz gezin, hep aynı yerlere gidip aynı kişilerle görüşmeyin. Kazanan siz olursunuz, gönül kıranların ahiri berbat olur efendiler!

Deprem evleri yıktı, davranışlar gönülleri

Kaç yıldır alışveriş yaptığım market. Salgında eve kapandığımızda gece gündüz hizmetimizde olan market, üzerindeki bina, yanındaki “üç harfli market”.

Yok artık... Adı “Yılmaz Erberk” Apartmanı yok... Kasiyer kardeşim yok, üzerinde yaşayanlar yok... Kolay geçmez bu duygular. Belki herkes unutacak ama, yaşayanların unutması mümkün mü? Deprem toplantılarında hep “uzmanlar” konuşuyor, tespit yapıyor, öneride bulunuyor. E 1999’da da olmamış mıydı aynı işler? Sonra ne oldu?

Kaç deprem daha oldu ülkemde. Kaç canımız yitti?

Aslında öyle istiyorum ki ağız dolusu konuşmayı. Bu “sirki” anlatmayı. Komşumla konuşurken dedi ki “abi boş ver bizim gücümüz mü var, şimdi 5 kat diyorlar, yarın bizi de kovarlar, elimizden alırlar yerine de 25 kat yaparlar”.

Olur mu? Vallahi olur... Hani nerede o “Manhattan gibi olacak” diye konuşanlar şimdi? Gökdelenlere bir şey olmadı, tamam. Olmasın da... Ama “bamya” tarlasına kafana göre dikersen 40 yıldır yedi sekiz katı... Göz yumarsan... Gün gelir, denizden gelen deprem, girer Bayraklı’nın altına, olan kasiyer kardeşime olur işte...

İktidardan yana olanların anlayamadığı bu işte... Kabul etseler de etmeseler de bugün Bayraklı’da “yıkıntılar üzerinden pazarlıklar” yayılarak başladı. “Yıkım adası” diye bir şey çıktı mesela. Bir inşaat adasında bir bina ağır hasar aldıysa, diğer binaların sağlamlığına bırakılmaz ve yıkılır” diyormuş “birileri”! Bayraklı artık, ne demekse, “eski Bayraklı” olmayacakmış. Tamam da bu iş “yok sayarak, kandırarak, kaygılara inanmayarak” olmaz ki? Bu deprem evleri yıktı, davranışlar da gönülleri.

Korona yayılıyor da ne oluyor?

Hastaneler dolu, karantinalar artıyor.

Karantinalar gibi ölümler de artıyor. Üst üste yasaklar geliyor, tedbirler alındığı söyleniyor.

Peki... Özellikle deprem nedeniyle İzmir’de işler biraz “yavaşladı” korona konusunda. Ama mikrop yakamızı bırakmıyor. Okulların açıldığı sürede 12-15 yaş arası çocuklarımızda “pozitif vaka” var mı desem? Var... Peki kendinden şüphe eden vatandaş “test” olmak isterse neler oluyor bilen var mı? Paran varsa özel laboratuvarlara gidersin. Hatta bir de “antikor” testi yaptırırsın. Belki “ikisi bir arada” daha ucuz bile olabilir.

Deprem bölgesinde peki durum ne? “Karantina çadırları” varmış? Çadırda “karantina” ne kadar sağlıklı bilemiyorum ama, evlerini kaybetmiş insanları da karantina için nerelerde barındırmak gerekli ayrı bir sorun. İzmir İl Sağlık Müdürlüğü tıpkı Şehircilik Müdürlüğü gibi benim gözümde başarılı değiller. İki kez karantina yaşamış bir “çalışan” olarak İl Sağlık Müdürlüğü’nün, Ankara’dan yollanan genelgeler yüzünden net ve istikrarlı çalıştığını düşünmüyorum. O HES kodu uygulaması da sanırım “psikolojik” yararı olan bir çalışma. Çünkü, test yaptırılmadan HES uygulanmıyor. Takibi de çok güç.

Esasen, Sağlık Bakanlığı’nın, kimseye bakmadan direksiyona geçmesi zorunlu. Eğitim ve Turizm Bakanları’nın olası veballeri nasıl taşıyacaklarını da cidden merak ediyorum.

Deprem afet de otele tatile gitmek, zamansız okul açmak nedir anlamak mümkün değil.

Kısa kısa

- Deprem Bayraklı’da yıktı, can aldı. Ya Konak, Karabağlar, Karşıyaka? O kadar çok vatandaş ihbarı var ki bendenize. Hem de fotoğraflı... Mesela Karşıyaka’da “kirişleri” patlamış 40 yıllık binaya İzmir dışından gelen “şehircilik ekibi” gözle, fotoğraf çekerek “orta hasarlı” demiş. Bina sahiplerine “bina ömrünü tamamladı, oturmak isterseniz siz yeniden yıkıp yaparsınız” buyurmuş ve gitmiş. Bu kişi İzmir’in “ünlü gazetecilerinden” biri... Yine Atakaent’ten bir ihbar mektubu ve fotoğraflar var. Salı’ya artık. Sayın makam sahipleri biraz “gönülleri” düşünmeli zira “oyun bittiğinde şah da piyon da aynı kutuya konuyor”. Anlaşıldı mı?

- Mümkünse konuşmasın artık bilim insanları. Çünkü ağızlarından çıkanı “siyaset erki” anlamadı, anlamıyor, anlamayacak. Bizim medyada güya okunur, izlenir diye habire bu insanları çıkarıyor, yayınlıyor. Depremin yaşanmışlıklarına dikkat çekin “Sayın Medya”.

-Aslında size bir de “ev sahibi dramı” yazacaktım bugün. Ama ayrıntıları alamadım. Salıya inşallah. Bu arkadaşımızın depremde yaşadığı ayrı bir ayıplar zinciri. Aslında İzmir onu da yakından tanıyor. Yıllarca “ajans” göreviyle “para kazandırdı” İzmir basınına. Üç dört yıldır da ciddi sıkıntılar içinde. Onu sıkıntıya sokanlar eminim “yokluk” bilmeden yaşamaya devam ediyordur. Bu da ayrı hikaye. Evi ağır hasarlı ve yıkım kararı var. Ama bu arkadaşımıza “çadırda yaşamadığınız için bir şey yapamayız” dendi. Tek kabahati, deprem günü İzmir dışındaki akrabasına gitmek.

- 10 Kasım’da büyük yanlış yapıldı İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’e. Tabi ki tepki gösterdim. Tam bugüne yazacağım, bir baktım Şehircilik Bakanı almış yanına İzmir Valisi’ni Başkan Soyer’e “kahve içmeye” gitmişler. Ben kin tutmam ama kolay kolay da inanmam, bir foroğrafa çok kızdım diğerini gördüm vazgeçtim. Ama çok yanlış işler olmaya devam ediyor. Bakalım “altından” neler çıkacak. Şu enkazlar kalksın da bir...