En son geçen hafta görüşmüştük, oldukça neşeliydi o gün. Usta haberci Uğur Dündar’ın Sözcü’deki köşesinde isminin geçmesinden duyduğu keyfi anlatmıştı. Sonra da Genel Yayın Yönetmenliği’ni üstlendiği aylık dergi “Kent ve Bellek” için yazı istemişti. Telefonu iyi dileklerle kapatırken, eklemişti: “Göreceksin, o üniversiteme döneceğim, öğrencilerime kavuşacağım Atilla Abi.”

Oktay Gökdemir. Oktay Hocam. Canım Hocam! Dostları gibi sarsıldım, şaşkınım. Ne yazayım, neler yazayım? Hemen aklıma gelenleri sıralıyorum. Yiğit duruşun, direncin, kavgadaki yılmazlığın! Gururun, namusun, açık alnın, eğilmeyen başın! Türkiye sevdan, Cumhuriyet ilke ve değerlerine bağlılığın. Katıksız Atatürkçülüğün. Kıvrak zekan, bilgi birikimin, bitmek tükenmek bilmeyen araştırmacılığın. İzmir tutkun, bu kentin kültürüne verdiğin emeğin. Entelektüelliğin. Özgür fikirlere, farklılıklara saygın… Hassas ve sevecen kalbin. Sımsıcak gülüşün. Adamlığın, adamlığın!

***

Okan Yüksel Ustam, “Oktay Hoca” başlıklı yazısında şöyle yazmıştı: “Bazı insanları tanımlarken onların isimlerine gerek yoktur. Toplumun onlara yakıştırdığı isimler, aslında her şeyin açıklayıcısıdır. ‘Hoca’ kelimesi belki de o nedenle en çok ona yakışıyor. Üniversitelerin iktidarın dümen suyuna girdiği bir dönemde ilkeleriyle, muhalif tavrıyla otoriter erk odaklarına karşı asla vazgeçmeyen mücadeleci kimliği ile son tahlilde yetiştirdiği binlerce öğrencisiyle Oktay Gökdemir bir eski zaman şövalyesi, siyah-beyaz masumiyet yıllarının zamanımıza kalan hediyesi gibi. Emek, alınteri, haksızlıklarla mücadele, sol değerler; onun yaşamının kısa bir özetidir!..”

Yıllarını verdiği üniversitesinden, öğrencilerinden kopartılmıştı Oktay Hoca. Neden? Solcuydu. Devrimciydi. Demokrattı. Atatürkçüydü. Bir de Alevi’ydi!.. Biat değil itiraz edendi! Kahroluyordu fakültesinden, dersinden, öğrencilerinden ayrı düşürülmesine. Mahkeme kararını bekliyordu büyük merakla, özlemle.

***

Dostlarına; “Dirseklerimi çürüterek tırnaklarımla kazıya kazıya geldiğim üniversiteme döneceğim. Beni buradan edenleri asla hazmedemem. İnatla, sabırla, dirençle beklemeye devam ediyorum. Her şey çok güzel olacak…” diyordu. Ve son paylaşımlarından biri öğrencileri içindi: “Garip zamanlar nitekim. Yaşadığımız bir tür alacakaranlık kuşağı. Post karanlık çağ. Ama yine de içimde bir umut. Sabahın seherindeki o mis gibi hava kokusu sanki hürriyet. Ve gelecektir bu topraklara bir gün bütün güzelliğiyle hürriyet. Siz çok yaşayın çocuklar. Bu ülke sizinle gurur duyuyor Mustafa Kemal’in evlatları!..”

***

Oktay Hoca, hep haksızlıklara uğradı. 58 yıllık ömrü, toplumu ve öğrencilerini aydınlatmakla, bir yandan da haksızlıklara -inancı ve inadıyla- direnerek geçti. Beyin kanaması geçirdi, yoğun bakımda yattı haftalarca. Yılmadı, kavga bayrağını yere düşürmedi. Yorgun yüreği dayanamadı haksızlıklara. En verimli çağında ölüm onu ansızın buldu! Onu kalplerimize uğurluyoruz. “Hayatı yaşanmaya değer kılan ender bir insandı” Oktay Hocam.

***

Ben de; Usta Şair Enver Gökçe’nin, Atatürk’ün emriyle Oxford’da okuyan Ankara Üniversitesi’nin genç yaşta vefat eden hocası Saffet Korkut Hanım’a ithaf ettiği “1909-1946” şiirinden dizeleri -izniyle değiştirerek- saygıyla anıyorum Oktay Hocam’ı. Sevdiklerine, sevenlerine sabır diliyorum.

“Bir Oktay Hoca vardı dost bağında/ Hürriyet yoktu sağlığında/ Gün geldi gitti incecikken/ Yiğitken, güzelken, gencecikken./ Şimdi ne kadar dost varsa arkasında/ Hasatçı, öğrenci, öğretmen/ Ne kadar gül varsa toprağımızda:/ Daldırma gül, ak/ gül, gonca gül;/ Ne kadar sevgili varsa arkasında:/ Tiyatro, iş, kitap, şiir, marş/ Yanar yanar ağlaşır cümlesi,/ Çoban ateşi hatırasında./ Gavur müslüman demezdi/ Kendisi için bir şey istemezdi/ Yatak ölümü beklemezdi/ Gitti vadesiz, gencecikken/ Oktay Hoca!/ Yiğitken, güzelken, incecikken./ Ölüm, adın kalleş olsun!”