Israrla gündemde tutmaya çalışıyorum ama gücüm ve etkinliğim de bu kadar işte.

30 Ekim 2020 depremi sonrasının, aslında daha önceden planlandığına inanmak istemiyorum. Lakin Bayraklı’da depremin tam merkezinde inatla yaşamaya devam ederken duyduklarım, gördüklerim beni neredeyse hasta edecek artık. Devletimiz tek kanallı, ilçe belediyesi sessiz, konu depremden çok “kentsel dönüşüme” endekslendi. 30 Ekim’den 30 Ekim’e anmalar, o da daha kaç yıl olur bilemem ama gündemde “deprem” ve “deprem acısı” yok artık.

Oysa ne güzel fırsat yakalamıştık. Onca kaybımızın karşısında kimse sıkıntıya düşmeyecek, birlik ve dayanışma hep sürecek, sıkıntılı yurttaşın derdini eksiksiz paylaşacak basın, gündemden düşürmeyecek depremi diye kandırmışız kendimizi.

Bir yandan depremin açtığı sosyal yaralar kanamaya devam ederken, şimdi de gerek deprem konutları gerekse bitmeyen bölge hastanesi yakınındaki rezerv konutların “kullanım” şekli dedikoduları Bayraklı sokaklarında çınlayıp duruyor. Çınlıyor da başta milletvekilleri olmak üzere kimsenin aldırdığı yok şüphesiz.

İsmi bende saklı kalsın, bir gazeteci ağabeyime ciddi bir mesaj gelmiş. Önceki gece bana yolladı. Okuyunca tüylerim diken diken oldu ama şaşırmadım.

Bakanından Valisine, vekilinden müdürüne herkes sadece kendi söylediğinin bilinmesini istiyor. Depremde yıkılan konutların yerine TOKİ damgalı konutların inşaatı bitti sayılır. Şimdilerde çevre düzenlemeleri, ayrıntı işleri de bitiriliyor. Evini kaybedenlere nasıl ve ne bedel karşılığı dağıtılacak bu evler bilinmiyor hala. Kimse de sormuyor zaten. Ama gerek Bayraklı merkezde ve gerekse tepeden inşaatı yılan hikâyesine dönen hastane yakınlarındaki konutların “olası sahiplerinin” farklı olacağı aylardır kulaktan kulağa yayılıyordu. İşte size sözünü ettiğim mesaj. İsimler bende saklı. Mesajın geldiği ağabeyim ünlü ve önemli bir gazeteci İzmir’de. Sonuna kadar da güveneceğimiz bir insan yani. Bakın gazeteci ağabeyime gelen satırlarda neler yazılmış: “ … Bey, …’yım, burada söylentiler artıyor, İzmir'de yapılan deprem konutlarına valiler, müsteşarlar ve benzeri pek çok yüksek bürokratın ev almak için listeye yazıldığı söyleniyor. Duydunuz mu bunu? Bu konutlar kim için yapılıyordu bu ne iş?”

Mesajı yazanın bir mimar ve İzmir’de bir belediyenin imar müdürlüğünden emekli olduğunu da belirtmek isterim.

Dikkatli okuyan dostlarım hatırlayacaktır. Baştan itibaren depremde evini kaybedenler için uygulanan yöntemler bir yığın soru işareti barındırıyordu. Ben sadece gazeteciyim, mimar ya da mühendis değilim. Ama depremselliği tartışılmayacak kadar riskli derecede olan bir yerleşim bölgesinde, “inşaat” kelimesinin sıkça dillendirilmesini temelden anlayamıyorum. Bu durum tamamen bilim adamlarının inisiyatifinde olmalıydı da, ülkemizde artık “menfaatin” her türlü bilgiden daha önemli olduğuna inanıldığından, “depremsellik” konusu asla bilimsel düşünülmüyor onlarca yıldır.

Ben diğer taraflara bakayım.

TOKİ evlerinin kalitesini de bilemem. Ancak ortalama 8 katlı binalarda, yine ortalama 110 metrekare dairelerin açıklamasız, 80 metrekarelere düşürülmesi, 8 katın 5+1’e indirilmesi acaba hangi bilimsel sonuçla anlatılır. Tabii ki anlatılamaz. Çünkü en başından beri Şehircilik Bakanlığı o kadar kibirli ve tek yanlı ve biraz da despotça yaklaştı ki. İletişime temelden kapatılmış bu devlet kurumunun, iletişimini sadece inşaat müteahhitleriyle sürdürmesi de ibret ve dehşetle bakılacak bir yön. Evinin arsa hakkını yok eden, metrekaresini kafasına göre düşüren, üstüne de meçhul bir borç çıkaran kurumun “halkçı” yanını aramak zaten mümkün değil. Bu arada Şehir Hastanesi civarında yapılan konutlarla ilgili de sürekli bilgiden imtina edilmesi de çok şüpheli doğrusu. Fakat bir ayrıntı var ki, sanki ortadaki “oyundan” bir ipucu hissettiriyor. TOKİ konutları için hak sahipleri özellikle bedelleriyle ilgili soru sorduklarında, hemen her makam “ne yapın edin para bulun çünkü bitince değeri bir milyon olacak” deyip durdu. Şu anda kuşların kulağıma getirdiği şudur: “Birileri” maddi durumu aslında yetersiz olan bazı hak sahiplerinden bu evleri satın almaya çalışıyor organize olarak. Doğru mu değil mi demeyeceğim çünkü kentsel dönüşüm binalarında da hak sahiplerine “dadanan birileri” olduğunu çok iyi biliyorum.

Bayraklı Manavkuyu, Mansuroğlu, Osmangazi belki de İzmir’in en huzurlu mahallelerinden. Her ne kadar depremle birlikte ciddi bir “sahipsizlik” ve “asayişsizlik” hüküm sürse de, bu mahalleler her açıdan rahat ve yaşanası yerler. E böyle yerlerin talibi de çok olur. Emekli vali, çalışan vali, komutan, eski yeni vekiller, bazı “kaçamakçı” işadamları, üst düzey memurlar falan, küçük şirin ve rahat konutları hep ister. Bayraklı’da bugün için tam bir karışıklık hâkim. İşin özüyle ilgili siyaset kurumlarının bir mercek tuttuğu yok. İlçe belediyesi ne yazık ki halk iletişimini ve halka sahiplik duygusunu bu konuda başaramadı. Sanki herkes “beklemede ve izlemede”. Ama ne yazık ki “sahipsizlik” duygusu Bayraklı’da her yurttaşın kafasının bir tarafında. Çünkü “birileri” sürekli “cambaza bak” diyor ve olan vatandaşın “haklarına” oluyor.

Burada şimdilik kesiyorum. Ama size daha “kentsel dönüşüm ve hafriyat” konusu yazacağım. Çok üzülüyorum ki, “söz konusu rant olunca, idealler teferruat kalıyor”. Bayraklı’daki sessiz trajediye herkes neden duyarsız bilemiyorum!

***

İZMİR KÜLTÜR MİRASINA DUYARSIZ KALANLAR!

Geçen yazıda, Anafartalar Caddesi’ndeki Dönertaş Sebili’nin “garip kullanımını” yazmıştım. Basmane, İkiçeşmelik, Kemeraltı sürekli konuşulan yerler olsa da gerçekte neler olduğunu takip etmek çok güç. Geçen hafta akşam vakti, hava kararırken gittim “Hayyam’a” bir ağabeyimle. Karanlıkta Anafartalar’a girmesini öneriyorum Sayın Vali’nin, Sayın Emniyet Müdürü’nün. Çünkü karanlık akşamlarda Anafartalar artık çığlık atıyor, duyuyorum. “Yok mu halime bir çare? Ben sizin hafızanızım” diyor o tarihi ve kutlu cadde.

Ben Vali ve Emniyet Müdürü dedim ama bir gün keşke imkan olabilse de Sıtkı Şükürer üstat ayarlasa, İzmir’in “önemlilerini” getirse Anafartalar’a. Mahmut Özgener, Ender Yorgancılar, Zekeriya Mutlu, Mehmet Ali Susam, Mesut Sancak, Tarkem, üniversiteler falan bir toplansa da ben çıkıp onların önce yüreklerine iki kelam etsem. Desem ki “gök kubbede hoş sada bırakmaktır yaşadığın yere sevgin yarınlarda”…

Tanımadığım bir yığın din referanslı dernek. Tarihi yapıların hepsine “salt din damgası” vurup ele geçirmeye çalışıyor. Devletim de eyvallah diyor ne garip! Emir Sultan Haziresi, Dergâhı için çok bağırdım, haykırdım, yazdım. Orhan Beşikçi neredeyse hayatını verdi. Ama şimdi Emir Sultan’a gitmeye korkuyoruz. Tahrip edilmiş diyorlar, kırılmış diyorlar. Orası nasıl olur salt bir derneğin kullanımına verilir. Bu karar verenlerin tarihe zerre saygıları, gelecek kuşaklara sevgileri yok belli. Bunun adı cahillik mi yoksa… Yoksa tekerrür mü ediyor tarih de, mezarlar açılıp eski riyakârlar çıkmış ve İzmir’e gelmiş? İktidar yanlış yolda, muhalefet farkında değil, medya içe dönük, belediyeler çaresiz, halk karamsar ve ben yine yapayalnız tarihe kayıt düşürmeye uğraşıyorum.

***

KURTULUŞTAN CUMHURİYET’E KOCAMAN BİR SERİ…

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in en çok yüreğini seviyorum. Kültüre ilgisi, kitaplara sevgisi müthiş başkanın. Ama ne şans ki, Genel Sekreter Buğra Gökçe, Genel Sekreter Yardımcıları Ertuğrul Tugay ve Eser Atak’ın da kitaba olan eşsiz meraklarını bir umut olarak algılıyorum. Size Cuma gününe kocaman bir sürprizim var. Başkan Soyer’in talimatıyla İzelman Genel Müdürü sevgili kardeşim Burak Alp Esen’le verdik “kafa kafaya”… Duayen üstadımız Adnan Akyarlı da “yürüyün kardeşler” dedi. Öyle bir çalışma başlattık ki, hem 2022 hem 2023’de tüm yayınevlerini kıskandıracak, tüm Türkiye’nin dikkatini çekecek muhteşem kitaplar basacağız. Öyle “yeniden baskı” falan değil. “Yeniden farkındalık ve aydınlanma” kitapları geliyor… Ayrıntılar cumaya bu köşede. Tek yanlı değil, çok yönlü, iki yılda “Kurtuluştan Cumhuriyete Dizisi” geliyor hazır olun… Neler var neler!

***

NOT: Bayraklı’da şu Şehir Hastanesi ve çevresi çekti dikkatimi… Cuma günü sizinle çok özel fotoğraflar paylaşacağım. Bakalım bu kez cevap gelecek mi? Öte yandan İzmir’in yeni Emniyet Müdürü Mehmet Şahne de çekti dikkatimi. Özellikle de “ciddiyetiyle”. İzmir Emniyeti’nde çok ciddi ve sessizce işler var ve hepsi de İzmir için. Görüyor, duyuyor, yaşıyor ve seviniyorum. Umarım sıra karakollara da gelir. Özellikle Bayraklı!