Sıcak bir cumartesi. Yazı için masaya oturdum. Gözüm Ulucak’ı çevreleyen kadim dağlarda. Küçük bir bulut görsem içim sıkılıyor, dumana benzetiyorum, korkuyorum. Kafamda bulut dumana, duman ateşe, ateş kıyıma dönüşüyor. Günlerdir izlerken mahvolduğumuz yangınlara bir yenisi mi sorusu, beynimi kemiriyor. Oralarda, o güzelim mirasta doğal olan, biz farkında olmasak da döngüyü sürdürüp yaşamamızı sağlayan, devasa bir zincir koptu. 

Ayrıntılarını bilmiyorum ama anlamakta zorluk çekiyorum, kimi uzmanlar yangının ormanların tazelenmesinde bir işlevi olduğunu söylüyor. Doğru mudur? Herhalde bunu söylerken, böylesi bir doğa soykırımından söz etmiyorlardır. Bunu bir tarafa koyalım.

***

İçindeki genetik göç güdüsüyle, insanımız bir türlü coğrafyayla, doğayla, kentle, yerleşiklik isteyen bilimle, sanatla vb ilişki kuramıyor, aidiyet, sorumluluk, hak ve ödev bilinci oluşturamıyor. Bu yüzden demokrasiden nasiplenmek, demokrasiye katkı koymak, demokrasiyi talep etmek başta olmak üzere, her alanda sapır sapır dökülmemiz bundandır. İşbu nedenle pikniğe gittiğinde, geride utanç yükü rezillikler bırakıyor. Yanıp yok olmasıyla ilgilenmiyor. Tarihsel kalıtlara duyarsız, derelerle denizlerle ilişkisiz, canlılara acımasız. Talancı bir ilkelliği,yaşam biçimi olarak sürdürdüğünden habersiz. Bunu da bir tarafa koyalım.

İşbu yığınların seçtikleri (!), onlara benzemeyecek de kime benzeyecek? Kendileri bizzat sorun olanların, sorunlara çözüm bulması, getirmesi, uygulaması olası mı? Bu soru da dursun bir kıyıda. Salgın, deprem, yangın, ekonomiden sanata çölleştirme… Bu soruların kantarıyla tartılabilir, çözüm yolları bulunabilir. Ötesi mümkün mü? Sızlanmak bizi avutabilir mi?

Bu yangınlar, bir ülkeyi topyekûn sarsmalıdır. Hukuk, vicdan, etik, duyarlık isyan etmelidir. Bu toplumu oluşturan her birey, içindeki kundakçıyla hesaplaşmalıdır. Bu devlet, yanan her ağaçla, o ağaçla bütünleşen her canlı ve cansız değerle, o ağacın yokluğuna yol açan her türlü zaaf ve zavallılıkla yüzleşmek zorundadır. Bu toplum, toplum olmanın gereklerinden niye uzağa savrulduğuyla, bu manyaklıklara yol açan, besleyen her türlü çapsızlığıyla, nasıl koşul ve olanak tanıdığıyla vuruşmak zorundadır. Bugün her evde, çocuklara bu cinayetlerdeki paydan dolayı hesap verilmesi gerekmektedir.

***

Gelelim işin en iğrenç boyutuna. Bir yangının beş yerden birden başlaması rastlantı olamaz. İşkembesini doldurmak için, rant uğruna, o berbat yapılaşmalara alan açmak adına davranan kundakçılar… Sözüm ona siyaset adına, devleti istikrarsızlaştırmak, ekonomik yara açmak için, coğrafyayı mahvetmeyi bir yöntem olarak seçen aşağılıklar…Doğayı katletmek, coğrafyayı mahvetmek taammüden işledikleri suçtur, suç ortaklığıdır.İşin öngörüsüzlükten, vurdumduymazlıktan, çapsızlıktan, bilimi ve uzmanlığı gömmekten güç alan ve hala demagojiden medet uman sistem ve uygulayıcıları boyutuna gelince... İşte o da, bu acımasız ve kıyıcı suça yardım ve yataklık etmektir.Bu güzelim coğrafya, işte bunları hak etmiyor ve alayından utanıyor!Daha nasıl anlatsın, anımsatsın, çığlık atsın?Yanıyor!

Bunları yazmak, bilineni yinelemek beni boğuyor. Sait Faik’in dediğince, çıldırmamak için yazmaktan başka bir yol var mı? Oysa bugün ben, “Şahmeran”ı, Ercan ve Gökhan Çağıran kardeşlerimin, sözleri, sazları, türküleriyle, Genco Erkal adlı bir devin yanına ne güzel yakıştıklarını yazacaktım. Dünyanın dört bir yanından toplanıp, insanın zekâsını, yeteneğini, asıl neler için yarışması gerektiğini kanıtlayan, izlerken insanın gözlerini yaşartan olimpiyatları yazacaktım. “Bir dünya, bir rüya” diyerek daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü olmaya çalışan ve insanlığı onurlandıranlar ile bu rüyayı mahveden, daha geri, daha karanlık, daha zavallılık peşinde her türlü kötülüğü yapanlar arasındaki farkı kanıtladıkları için, teşekkür edecektim. Bütün bunları algılamaktan yoksun sapıkların, olimpiyat ruhundan nasipsizlerin, Hipokrat Andındaki o muhteşem manifestoya diş bileyen gericiliğin, asla başaramayacağından dem vuracaktım. Ama işte Konya’da yedi insanın katledildiğini öğrenmek, umudumu örseliyor, kalemimi tüketiyor. Bu sıcak cumartesi sabahı, her şeye rağmen yazıya oturtmak, işte bu karanlık iklime isyan ve itirazdır. “Nefes almak istiyorum!” demek ve bu uğurda insanca mücadele etmek ve mutlaka başarmak… Bunu insani bir çağrıya dönüştürüp, teslim olmamak… Böylesi zamanlarda zor ve fakat mümkündür. “Nefes almak istiyorum!” Gerçekten istiyor muyuz, istiyorsak bütün rüyalar gerçek olacaktır. “Citius, Altius, Fortius”, hemen şimdi!