HABER/ Hasan EREL

Prof Dr. Huriye Toker, Yaşar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı ve aynı zamanda aynı üniversitede Kadın ve Aile Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin de (YÜKAM) Müdürü. Toker, iletişim ve gazetecilik üzerine sürdürdüğü akademik kariyerinde uzun yıllar Avrupa ülkelerinde bulundu ve kadın-aile sorunları üzerine özellikle medya alanında çalışmalar yaptı. Toker halen İzmir Kent Konseyi Yürütme kurulu üyeliğini de sürdürüyor.

Kadına şiddet, kadın ayrımcılığı şu anda Türkiye’de çok yakıcı bir sorun. Özellikle son dönemlerde bu iyice artışta. Öncelikle sizden geçmişe bugünün kıyaslamasını alabilir miyiz?

Son 10 yılda 10 kattan fazla arttığını biliyoruz. Ama bunu farklı tanımladığınız anda, farklı sınıfladığınız anda sorunu görmezden de gelebilirsiniz. Altını çizip gözler önüne de serebilirsiniz. Aslında böyle bir dönemi yaşıyoruz. Şu an altını çizmeye konuşmaya, konu hakkında farkındalığımızı artırmaya başladık. Şüpheli ölümlere bakıyoruz. Çok ciddi bir artış var. Son 2 yıl içerisindeki şüpheli ölümlere baktığımızda çok fazla sayıda olduğunu görüyoruz. En büyük sorunlardan bir tanesi şüpheli ölümler.

Peki o zaman ne yapılmalı? Siz dediniz altını çizmemiz lazım. Ne yapılabilir?

Şiddet tek başına bir sonuç. Ama buz dağının altındaki kısmı görmemiz ve tartışmaya açmamız gerekiyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hepimizi her gün etkilediğine ilişkin ortak uzlaşıyı oluşturmamız gerekiyor. Erkeği de o kadar etkiliyor. Kadını da o kadar etkiliyor. Kadını daha fazla etkiliyor kabul ediyorum. Ama bu erkeği de es geçmiyor. LGBT bireyi de es geçmiyor. Hepimizi etkileyen bir eşitsizlik dünyasında yaşıyoruz. Bunun kabulü ve bunun üzerinden çözüm önerilerini hep birlikte oluşturmamız gerekiyor.

Sadece kadın çalışmaları değil erkek araştırmaları da gerekiyor değil mi?

Kesinlikle. Zaten kadın çalışmalarında vardığımız noktada evet kadınla ilgili pek çok etkinlik düzenliyoruz. Eğitimler veriyoruz. Bir sürü sivil toplum kuruluşundan, kadın örgütlerinden belediyelere, ya da üniversitelere hepimiz faaliyetler düzenliyoruz. Şimdi tek başına kadını güçlendirmenin, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine yetmediği, yetemediği ve bunun farklı aktörlerin de işin içine girmesi gerektiğinin bilincinden olduğumuz yeni bir döneme girmiş olmamız gerekiyor.

Yani desek ki ‘kadına el kaldırılmaz’, ‘dinde var’ diyecek. Bu uçurumu nasıl aşmayı düşünüyorsunuz Böyle bir şey yapılabilir mi?

Bu konuda da tabi ki önerim var. Erkek çalışmalarını başlatıp kadınla ilgili çalışmaların bir arada olması ve muhafazakâr sivil toplum kuruluşlarının da masanın çevresinde olarak hep birlikte çözüm önerisi gerçekleştirmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. Yani hepimizin kafa kafaya vererek, bu işi nasıl halledeceğimizi, nasıl bilgilendirme yapabileceğimizi ya da nasıl ulaşabileceğimizi, farklı hedef kitlelerini yani stratejik bir iletişime ihtiyacımız var. Stratejik bakış açısına ihtiyacımız var. Bugünden yarına hemen bugün şu çözümlerle evirebiliriz bu şekilde değiştirebiliriz diyemem belki ama farklı bakış açılarına, konunun masada demokratik bir müzakere ortamında tartışılmasına ihtiyacımız var. Böylece dini referans alan bir hedef grubun farkındalığını nasıl geliştireceğine ilişkin örneğin bu konuda çalışmalar yürütüp projeler yazmalıyız, bu gruplara odaklanmış iletişim çalışmalarına ihtiyacımız var.

Mesela Diyanet İşleri ile bir şeyler yapılabilir mi? Ya da diğer sivil toplum kuruluşları ile?

Yani örneğin Diyanet İşleri ile birlikte ortak projeler yürütmemiz gerekiyor. Nasıl yapabileceğini araştırmalıyız. Çünkü ne ben diyanet işlerinin işleri ile ilgili ahkam kesebilirim. Ne de diyanet işleri kadın araştırmaları ile ilgili bana ahkam kesebilir. O yüzden hepimizin birlikte, artık uzlaşıya açık olarak masanın etrafında toplanmış olmamız gerekiyor. Yani nerede zayıf noktamız varsa bu konuda çalışmaya ihtiyacımız var. Altını çizerek. Yani hiçbir fikrin üstünü çizmeden, altını çizerek, demokratik bir müzakere ortamı yaratarak tartışmaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Peki böyle çok somut olarak söyleyebileceğiniz şeyler var mı? Mesela ceza yasası gibi. İstanbul Sözleşmesi gibi. Ne bileyim daha böyle nokta atışı yapabileceğimiz şeyler var mı?

İstanbul sözleşmesinden vazgeçmiş olabiliriz. Ama onu uygulayamıyorsak 6284 sayılı yasayı daha işler hale getirebiliriz. Kadına ilişkin ısrarlı takipleri, dijital şiddeti. Cezanın tek başına yeterli olmadığını, dönüşümün ancak hep birlikte eğitimle mümkün olduğunu düşünüyorum. Ama hani somut öneri derseniz örneğin şiddetsiz erkeklik atölyeleri düzenliyoruz YÜKAM olarak. Ortak amaçlar için farklı çalışmaların yürütülmesi lazım. Erkek öğrencilerimizle ilk kez düzenlediğimiz bu atölyeler çok işe yaradı. Hala bu atölyeleri konuşuyorlar.

Yani sadece erkeklerin katıldığı...

Sadece erkeklerin kabul edildiği atölye çalışmalarımız. Aslında erkek deneyimlerinin konuşulmadığını, kadınların birbirleriyle konuşma fırsatı bulurken, erkeklerin bunları normalleştirmediği, bu pratiğe sahip olmadığı gerçeğinden yola çıkıp bu atölyeleri düzenliyoruz.

Bu proje pratik olarak üniversite dışına nasıl taşınıyor hocam? Bu konuda neler yaptınız?

Coğrafyamızda bizim kadar faydalanamayan diğer üniversitelerin kadın araştırma merkezlerini desteklemeye çalışıyoruz. Bunun da çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü gelecekte yaşayacağımız herhangi bir krizin, covid 19’da da gördüğümüz gibi gelecekte yaşayacağımız her krizin toplumsal cinsiyet eşitsizliğini besleyeceğini ve bunu daha da artıracağını, ister adına uluslararası göç deyin, düzensiz göç deyin ya da kadın cinayetleri deyin, her tür sorunun artarak devam edeceğini, daha büyük krizlere yol açabileceğine inançla coğrafyamızdaki diğer ülkelerle çalışıyoruz, yani sadece Avrupalı ülkelerle değil. Irak’taki üniversitelerle birlikte kadın araştırma merkezlerini güçlendirme projelerinin içerisindeyiz. Hep birlikte çalışmalar yürütüyoruz.

‘Yanındayız’ derneğinin bir çalışmasında, bir şey çok dikkatimi çekmişti hocam. Berber buluşmaları mesela. Erkelerin çok bulunduğu ve erkek sohbetinin yapıldığı.

Kadınların altın günündeki buluşmalarından farklı olmadığını düşünüyorum. Farklı buluşmalar farklı birliktelikler gerçekleştirirsek, tartışmayı insanların doğal buluşma ortamlarının içine dahil edersek sonuç alacağımızı düşünüyorum. Belki ‘Polyanna’ diye nitelendirebilirsiniz. Bu benim görüşüm. Bu sürecin bu kadar keskinleşmesinin kadınları mücadeleye daha çok davet ettiğini, erkeği mücadeleye daha fazla davet ettiğini ve LGBT li bireyin örgülü olarak daha fazla mücadeleye davet ettiğini düşünüyorum. Yani kırılması, düzelmesi için çok gerekli idi. Ben öyle bir sürecin yaşandığını düşünüyorum.

Medya ne yapabilir bu konuda? Onu özel olarak sormak istiyorum?

Masanın çevresine kadını, erkeği, genci, çocuğu, LGBT bireyi, engelli bireyi topladığımızda, medya da bir aktör olarak masanın bir yanında yer alacak. Medyanın da bu konuda neler yapabileceğini bizlerle birlikte düşünmesi gerekiyor. Aynı zamanda medya çalışanlarının istihdamındaki kadın oranının da artırılması gerekiyor. Ülkedeki çok vitesli yöntemi medya için de uygulamamız gerekiyor. Çözüm önerilerimizin sıralandığı, bir manifestomuzun olması gerekiyor.

Mesela aklıma gelen çok basit ama çok önemli bir ayrıntı. Kurbanın şuh pozlarını koyuyorlar. Genç kız mesela. Katil yok. İsmini koyuyorlar. Bundan nasıl magazinel bir haber çıkarırım, nasıl okuyucu ya da izleyici kazanırım gibi ikincil bir bakış açısı yok mu?

Toplum olarak bizim karşı çıkmamız gerekiyor. Böyle bir haberleştirmenin kabul edilemez olduğunu, hep birlikte dile getirmemiz ve bir baskı mekanizması yaratmamız gerekiyor. Medyanın sorunu olduğu zaten aşikâr. Ama medya böyle yapmış diye toplum olarak sıyrılıp kenara çıkamayız. Bütün üniversitelerdeki iletişim fakültelerinin bununla ilgili çözüm önerilerini masanın üzerine koyması gerektiğini düşünüyorum.

Bu yayın Hollanda Büyükelçiliği İnsan Hakları hibe programı desteğiyle yürütülen ‘Kadın ve LGBTİ+ Odaklı Şiddete Karşı İletişim Projesi-NAR Projesi’ kapsamında hazırlanmıştır. Bu yayının içeriğinden yalnızca 9 Eylül Gazetesi sorumlu olup herhangi bir şekilde Hollanda Büyükelçiliği’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.