Haber/Güliz Yıldız ZEREN - İran’ın başkenti Tahran’da ahlak polisi olarak bilinen İrşad devriyeleri tarafından başörtüsü kurallarına uymadığı gerekçesi ile gözaltına alınarak karakola götürülen, sağlık durumunun kötüleşmesiyle hastaneye kaldırılan Jina Mahsa Amini, olaydan 3 gün sonra hayatını kaybetti.

Amini’nin memleketi Sakkız kentinde toprağa verilmesi sonrasında başlayan protestolar; Senendec ve Tahran, başta olmak üzere 80 noktaya yayıldı. Ülkedeki kadınların başörtülerini ateşe atıp, saçlarını kesmeleriyle başlayan protestolar nereye evriliyor? 43 yıldır İslami kurallarla yönetilen, Türkiye’nin sınır komşusu İran’da insan hakları ihlallerine en çok maruz kalan kadınlar, Mahsa Amini’nin ölüdürülmesi ile başlattıkları protestolardan polis şiddetine rağmen vazgeçmiyor. Devlet eliyle devam ettirilen şiddet, gözaltılar ve can kayıpları devam eden eylemlerde kadınlar başı çekiyor. Ülkenin tarihinde bir ilke imza atıyorlar. Aralıksız devam eden protestolar molla rejiminin sonunun geldiğine mi işaret ediyor?

Mahsa Amini’nin polis şiddetiyle öldürülmesi, İran’da kadınların rejim karşısındaki direnişi Türk medyasında ne kadar yer aldı? sorularını uzmanlara, akademisyenlere, kadın hakları savunucularına yönelttik. Uzmanlar, ‘İran’da bu zamana kadar hiç görülmemiş bir süreç yaşandığını, konunun uluslararası arenaya taşınması, sessiz kalınmaması gerektiğini söyleyerek, ülkedeki bu kendiliğinden direniş tarihinin yeni olmamakla birlikte, artık yeni bir döneme evrildiği molla rejiminin darbe aldığını’ ifade etti. Ayrıca, Türkiye’nin hala resmi bir açıklama yapmamış olmasının nedenlerinden birinin, ‘İran'da kadınlar için uygulanan örtünme (hijab) mecburiyetine karşı çıkmaları durumunda kendi İslamcı tabanlarından da eleştiriye maruz kalacaklarını düşünmeleri olabileceğinin’ altını çizildi.

DAHA İYİ ANLATMALIYIZ

Yaşar Üniversitesi Kadın ve Aile Çalışmaları Uygulama Araştırma Merkezi (YÜKAM) Müdürü, İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Huriye Toker, İran’da yaşanan Mahsa Amini olayı ve sonrasında yaşanan gelişmeleri değerlendirdi. Prof. Dr. Toker, “Şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden beslenen ve eşitsizliğin son halidir. Önceki aşamaları engellemek için çalışmaya devam etmeliyiz. Tüm kurumların amasız, fakatsız sorumlu olduğunu unutmamalıyız. Cinsiyet eşitsizliğinin gündemden düşmeden her haliyle tartışılması gerekmektedir” dedi. Protestoların uzun sürmesinin olayın kamuoyunda yarattığı etkiye işaret ettiğine dikkat çeken Huriye Toker, “Mahsa Amini olayında da gördüğümüz gibi olaylar bağlamında tartışıp, toplumu ve her bireyi hepimizin sorumluluğunu konuşmadan, konuyu bir başka olaya kadar kenarda tutuyoruz. Konunun uluslararası arenaya taşınması gerekmektedir. Sürdürülebilir bir tartışma ile konu ana akımlaştırılabilirse çözüm olacağına inanıyorum” şeklinde konuştu.

MEDYAMIZ SINIFTA MI KALDI?

Yaşar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sevda Alankuş, İran’da Jina Mahsa Amini’nin öldürülmesinin ardından yaşananlar ve bunun Türkiye’deki medyaya yansımaları konusunda değerlendirmelerde bulundu. Alankuş, “İran’daki teokratik totaliter rejim kısa erimde belki baskıyı artırarak muhalefeti bastırmak için bütün güçlerini kullanacak, ancak uzun vadede, ikiyüzlü politikalarının alanını genişleterek esnetmek zorunda kalacak. Çünkü artık direnişin geldiği boyut karşısında meşruiyetlerini büyük ölçüde kaybettiklerinin ve sürdürülemez bir baskı mekanizması kurduklarının farkındalar, bu farkındalığa da kadınların rejimin kimliğini kuran en hassas konulardan bir tanesi olan zorunlu başörtüsüne karşı bir süredir başlatmış olduğu sivil itaatsizlik neden oldu” şeklinde konuştu. Son olarak Türkiye medyasının İran’daki gelişmeleri izleme biçimine ilişkin tespitlerde bulunan Alankuş, “Türkiye’deki ekonomik, siyasal, ekolojik sorunlar o kadar ağırlaşmış durumdaki, muhalif medya başını sadece bu sorunlara gömmüş durumda. Elbette İran’da olup bitenlere ilgi duyuyor ama bu ilgi derdi bambaşka olan sokaktaki insana erişemiyor. Hükümet medyası ise konuya iç politikada sürekli bir tehditmiş gibi canlı tutulan refleksle yine bir dış güçler müdahalesi çerçevesinde bakıyor. Bu yüzden birinciler konuyu yeterince kapsamlı ve bilgilendirici biçimde ele almıyorken, ikinciler ise iktidarın kalın hatla çizdiği kırmızı çizgilere dokunmadan rejimi güçsüz göstermemeye çalışarak konuyu haberleştiriyor” dedi.

İslamcı taban tedirginliği

İran'da Jina Mahsa Amini'nin gözaltı sonrası hayatını kaybetmesinin ardından yaşanan protestolarda İran polisinin ve devletin tutumunu ABD, AB ülkeleri, Birleşmiş Milletler gibi birçok uluslararası kuruluş tepkiyle karşılayıp, yaptırım mesajları verirken, Türkiye sınır komşusunda yaşanan ve haftalardır protesto edilen bu olaya karşı hala resmi bir açıklamada bulunmadı. “Ankara neden sessiz?” sorusunu yönelttiğimiz Hukuk Profesörü Dr. Levent Köker, “Ankara'nın, yani Türkiye hükümetinin sessizliği, İran'daki protestoların İran'ın iç sorunu olduğunu düşünmesi ve dolayısıyla 'içişlerine karışmak' gibi bir eleştiriye muhatap olmaktan kaçınmak istemesinden kaynaklanıyor olabilir. Buna ek olarak, iktidar partisi, İran'da kadınlar için uygulanan örtünme (hijab) mecburiyetine karşı çıkmaları durumunda kendi İslamcı tabanlarından da eleştiriye maruz kalacaklarını düşünüyor olabilir” dedi.

 

Tüm toplum için tehdittir

İzmir Kadın Platformu bileşenlerinden Emek Partisi Temsilcisi Nuray Öztürk, Jina Mahsa Amini’nin polis şiddeti ile katledilmesini protesto etmek amacıyla düzenledikleri eyleme, İzmir'de yaşayan İranlıların da katıldığını belirtti. İzmir kadın hareketinin İran halkıyla buluştuğunu söyleyen Öztürk, öfke ve acının yoğun hissedildiği dayanışmanın güçlendirildiği bir eylem olduğunu belirtti. İran’da Amini’nin öldürülmesi sonrası yaşanan geçişmeleri değerlendiren Öztürk, “İran'da yaşanan protestolarda, kadınlarla işçilerin, gençlerin büyük bir dayanışması ve ortaklaşması söz konusu. Yaşanan olay; geçmiş deneyimler, kadınlar ve emek kesimi açısından şunu açığa çıkardı. Zorunlu örtünme ve kadınlara yönelik baskı İslam rejiminin ideolojik kalesi ve bütün diğer taleplerle birlikte bu kaleye yönelik, onu değiştirmeye yönelik bir hareket ancak gerçek bir kazanım getirebilir. Bugün açısından neler olur kestirilemez belki ama bu bir süreç ve mücadele meselesi bir kez başladığında onu kimse durduramaz” dedi.

İran’da yaşananların Türkiye halkları için tehdit değil, ancak örnek oluşturacağının altını çizen Öztürk şunları söyledi: “AKP iktidarı dozajı gittikçe artan bir şekilde kadınların haklarına ve kazanımlarına yönelik sistematik bir şekilde saldırıyor. İktidara gelirken kadınların başörtüsü özgürlüğünü istismar etti. Bugün de iktidarda kalmak için gelenek görenek, din, aile gibi ahlakçı yaklaşımıyla iktidarda kalmak için kadınların özgürlüklerine, eşitlik haklarına yönelik saldırı içeren, kutuplaştırıcı bir politika sürdürüyor. Uyguladığı sermaye yanlısı ekonomi politikaları sonucu giderek yoksullaşan halktan desteğini ciddi oranda kaybetmesi nedeniyle de baskıyı artırıyor. Destek bulduğu dinci gerici çevrelere daha açıktan yaslanıyor. Devletin bütün olanaklarını sermayenin yanı sıra bu gerici çevrelerin önüne seriyor. Kendisine biat edenler dışında hiçbir kesime yaşam hakkı dahi tanımıyor. Tek adam iktidarı sadece kadınlar için değil, toplumun tüm kesimleri için bir tehdit unsurudur.”