’Mikroplar her yerde ve bizler için yaşamsal. Sanılanın aksine insanları hastalıklardan korur, gıdaları parçalayarak sağlığımızı desteklerler, bağışıklık sistemimiz için vazgeçilmezlerdir. Her insanın içinde trilyonlarca mikroorganizma yaşar. Onlar, yaşamımızın Azraili değil bekçisi.’’
Eğer bu cümleler sizlerin ilgisini çekti ise, Ed Yong’ın yazdığı ve Bill Gates tarafından ‘bilim yazarlığının zirvesi’ diye bahsedilen ve New York Times Bestseller serisinde yayınlanan ‘Mikrobiyota’ kitabını okumalısınız. Kitap Domingo yayınlarından çıktı.
Hepimiz, normal eğitimimiz parelelinde mikropların her yerde olduğunu ve yaşamsal olabildiklerini biliyoruz. Yoğurt gibi bazı yiyeceklerimizin meydana gelmesinden ölümcül hastalıkları yapmalarına kadar kafamızda şekillenmiş bir algı var. Mikroplarla birlikte yaşamaya (simbiyoz) kodlanmış bir dünya bizimkisi. 4.5 milyar yıl içinde geldiğimiz nokta burası. Şimdi, insanlık tarihinin bu döneminde artık dışımızdaki evrenden işçimizdeki evrene projektörlerimizi çeviriyoruz ve mikrobiyatamıza odaklanıyoruz. Bu aynı zamanda ortak bir evrenden başlayan ama her insana özel galaksilere gidecek bir süreç. Mikrobiyata çalışmaları böylesine ilginç.
Mikroplar her yerde ama çıplak gözle göremiyoruz.
Mikrobiyota, vücudumuzda en fazla yer kaplayan ama özellikle mide barsak kanalımızda kolonize olan mantar, virüs ve bakteri gibi mikroorganizmaların oluşturduğu ekosisteme verilen isim. Esasında yıllardır bilim dünyasının takip ettiği ve araştırdığı bir konu ve artık günümüzde ayrı bir organ gibi ele alınan bağırsak florası terminolojisinden bağırsak mikrobiyotasına evrilen bir vasıfta. Önceleri normal flora olarak zaten biliyorduk ama zaman içinde tıp ve teknolojideki gelişmeler karşımızda tahminlerin çok ötesinde bir çeşitliliğin ve bambaşka türlerin varolduğunu gösterdi. Özellikle son on yılda artık ayrı bir organ gibi dillendirilmeye, bağışıklık sisteminden kanserlere ve sinir bilime uzanan muazzam bir evrenin kapılarının açılmasına yol açtı. Günümüzde bunu kanıtlayan sayısız yayın ve çalışma durmaksızın devam ediyor.
Mikrobiyatada ilginç olan bir özellik de yukarıda da değindiğimiz gibi her insan için özel olması. Elbette ortak bir konfigürasyon var ama doğum sonrası anne sütü ile başlayan süreç, o kişinin ek diyetlerle şekillenen beslenme seçimleri, yaşam biçimleri, alışkanlıkları ve diğer çevresel faktörlere göre özel olarak şekilleniyor. Bu durum, bir anlamda niçin aynı etkenli değişik hastalıklara aynı yanıtın verilmediğini de bize açıklamakta. Mikrobiyatanın komposizyonu ve fonksiyonu insan sağlığı ile doğrudan ilişkili bir yapı arzediyor ve bir çok hastalıktan ziyade yaşamın devamı için bize en fazla destek olan vazgeçilmez unsurlardan. Bir çok bilim adamı, eğer mikroplar olmasa insan dair memeliler için yaşamın sona ereceğini ifade ediyor. Ama konuyu dramatik hale getirmeden şunu ifade etmek isterim, bağırsağınızdaki mikrobiyatanızın zenginliği ve çeşitliliği, başta kanser olmak üzere kardiyovascüler hastalıklar, diyabet gibi metabolik hastalıklar, obezite ,romatizmaya ve depresyona kadar giden geniş bir spektrumdaki hastalıklarla maruziyetinizi doğrudan etkiliyor.
Bilim dünyası, genomları 2001 yılından bu yana okumaya başladılar. Mikrobiyata için yapılan yoğun çalışmalara genetik araştırmaların da katılması ile insan organizmasının ve hastalıklarının yeni profilinin ortaya çıkacağı günler uzak görünmüyor.
Bu kapsamda, Medicalpark İzmir Hastanesi'nde ,26 Eylül’de yapılacak sempozyuma, konu ile ilgi duyan tüm okuyucularımızı davet etmek isterim. Bilimsel toplantı Hastanenin Ata Salonu'nda saat 13:15’te başlayacak.