Demokrasinin olmazsa olmazı seçimler, seçimlerin er meydanı da açık oturumlardır. Dünya lideri, Yeni Türkiye'nin kurucusu, kendi ifadesine göre Allah'ın himayesine mazhar olmuş (kendisine tuzak kuranlara karşı ALLAH da tuzak kurduğuna göre), milletvekillerinin ifadesine göre kendisine dokunmak bile ibadet olan o mübarek zat, kendine MİLLETİN ADAMI dese de, diğer adaylarla birlikte milletin önüne çıkmaya nedense korkuyor. Er meydanına çıkıp erkekçe yiğitçe güreşeceğine, sadece peşrev çekmekle yetiniyor. O, ellerini birbirine ve kısmetine vurdukça AKP seçmeni Cihan Pehlivan'ı Koca Yusuf'u görmüş gibi bağırıyor; "Ne yiğit adam, tam bir dünya lideri!” Peki, sayın Erdoğan’ın korkusu ne? Neden yalancı pehlivan gibi sadece PEŞREV'de kalıyor da rakiplerinin karşısına çıkmıyor?

Yaşlı kadın Şişli'deki görkemli gökdelenin, uzay aracına benzeyen asansöründen inmiş. Mistik bir hava verilmiş katta karşısına çıkan kapıyı çalmış. İçerden bir gong sesi duyulmuş. Siyah tüllerden oluşmuş bir elbise giymiş esmer güzeli genç bir kadın kapıyı açmış. Kapıdan içerisinin ipek halılar ve son derece pahalı mobilyalarla döşenmiş olduğu görünüyormuş. Esmer genç kadın sormuş;
Dünyanın en büyük medyumu Hintli Maharaşi Nura ile mi görüşmeye geldiniz? Peki, randevunuz var mıydı? Yaşlı kadın, esmer güzelini azarlamış; "Bırak laf salatasını da, patronuna Sulukule'den annesinin geldiğini söyleyiver."

Sayın Erdoğan’ın korkusu da bence tam olarak bu. Çünkü, etrafında yaratılan havanın sadece imaj çalışması ürünü olduğunu biliyor. Diğer adaylarla birlikte, eşit koşullarda, tüm televizyonların ortak yayınlayacağı bir açık oturuma çıkarsa, dünya liderinin bir anda yok olup geriye Kasımpaşa'lı Recep'in kalacağını biliyor. Evet, liderlerimiz er meydanına çıkmasa da miting meydanlarına çıkmaya başladılar. Ben en çok sayın Erdoğan’ın neler vaat edeceğini merak ediyorum. Temel’in camide: “Şu sikuntudan da kurtulayum, adinu pilmediğum bir evliya için koç keseceğum!” diye dua ettiğini duyan Dursun şaşırmış ve “Niye ula adinu pilmediğun pir evliyaya adak adaysun?” diye sormuş. “Ne yapayum ula?” demiş Temel “Adinu pildiğum tüm evliyalaru en az pir kere kandirdum!”

Benim en çok sayın Erdoğan’ın vaatlerini merak etmem de bu yüzden.Çünkü sayın Erdoğan’ın da Temel gibi en az bir kere hayal kırıklığına uğramadığı seçmen kitlesi yok. Temel, sabah sinek kaydı traşını olup aynada hayran hayran kendine baktıktan sonra karısına seslenmiş ;" Piley misun Fadime, sabahları traş olunca kendimi 20 yaş daha genç hissediyorum.” Fadime, derin bir iç geçirişten sonra cevaplamış; "Ah Temel'ciğum ah! Şu traşını keşke geceleri olsan..."

Sayın Erdoğan da ne yapsın, olan biteni en az hatırlayan kesim onlardır, diyerek olarak gençlere yöneldi. Zaten, sıkıntının biri de bu; gençliğin ne zaman ve nerede gerektiği hep karıştırıldı. Şimdi, kendisi kendi elleriyle ümitlerini elinden aldığı gençlerden medet umuyor. Artık; Rabia selamıyla da bir şey yapma imkanı yok, beka muhabbeti ile de... Bu kadar meydan deyince aklıma geldi. Sezar seferlerinden dönünce halk meydanda toplanır ve “Biz senin aldığını biliyoruz Sezar! Sen bize ne verdiğini anlat' diye bağırırmış. Evet, pazarlamanın önemli unsurlarından biri de ne alıp ne verdiğinizdir.


Yabancı bir ülkede en pahalı hayat kadınının oğlu, arkadaşına; “Türk vatandaşı olduk. Artık Türkiye’de yaşayacağız.” demiş. Arkadaşı merakla sormuş; “Türkiye’nin para birimi ne?” “Kere!” demiş çocuk. “Annem arkadaşına anlatırken Türkiye’deki evimizi 400 kere verip aldığını duydum.” Bir yabancının Türkiye’de başka hiç bir koşul aranmaksızın vatandaş olabilmesi için 400 bin dolarlık bir ev alması yeterli olacakmış. Eh, bu da yurdumuza döviz getirmek için getirilmiş bir pazarlama yöntemi. Bu durumda basit bir hesapla yeni vatandaşımızın vizite ücretini hesaplayabiliriz. Çocuğun annesi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını 400 Kere vererek almış. Demek ki vizite ücreti 1000 dolar. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak artık çok daha pahalı. 250 bin dolardan 400 bin dolara çıkmış. Tabii, siyaset de neticede bir pazarlama işi.

İyi de önümüzdeki seçimlerde AKP Genel Başkanı çıkıp gür sesiyle bağıra bağıra; “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” diye nasıl nutuk atacak. Biz de tüylerimiz diken diken, gözlerimiz yaşlı koşup kendisine nasıl oy vereceğiz? Bir zamanlar ;”Askerlik yan gelip yarma yeri değildir!” demişti. Eee, herkesin iş durumu farklı. Kimi vatandaşlık için kaç kişiyle yatıyor. Kimi bu vatan için; vurulmuş tertemiz alnından uzanmış yatıyor! Bu durumda sayın Erdoğan şiiri şöyle değiştirip okur herhalde; bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Eğer 400 bin dolar verirsen bu toprak sana da vatandır.

Eee, Abraham Lincoln; “Bazı İnsanları Her Zaman Kandırabilirsiniz. Herkesi Bazen Kandırabilirsiniz. Ama Herkesi Her Zaman Kandıramazsınız" diye boşuna dememiş. Bu durumda; sandık önüne geldiğinde millet ne diyeceğini artık biliyor demektir. Yüreğinizden sevgi, içinizden ümit, yüzünüzden tebessüm eksik olmasın. Artık güneşin doğacağı, yüzümüzün güleceği günler yakın!