Anlamak mümkün değil. İktidarın İzmir’e bakışını anlamak diyorum. Var mı içinizde anlayan?

Şimdi de “Karabağlar’da üniversite” meselesi var ortada. AKP’li vekil öylesine bir üslup kullanıyor ki, hani kavgada söylenmez sözler cinsinden. CHP’li Başkan Selvitopu “hukuk” diyor AKP’li vekil Atilla Kaya “kına yak” diyor. Kim karşı olabilir ki üniversiteye, bilim yuvasına? Ama iktidarın gerek eğitime gerekse üniversitelere bakışını yıllardır izleyen bir yurttaş olarak, bu üniversite fikrinden kaygı duysam da yine de memleket üniversite kazanacak diye seviniyorum. Ama öyle bir algı oluşturuluyor ki, sanki CHP’li vekiller, belediyeler toptan “eğitime, aydınlanmaya, bilime karşılar.” Meselenin altında yine bir “müteahhit oyunu” var ama, bu konuşulmuyor.

Karabağlar’da üniversite alanı yanında bir de TOKİ’nin “konut” yapacağını duyuyoruz, hatta kura çekimi de yapılmış. Vatandaşlar konut sahibi olacakmış. Bu kurayı da zamanını da nasılını da bilmiyorum; ama bildiğim “fırıldak siyaseti” aldı başını gidiyor. Daha çok kısa bir süre önce Vali ve Bakan Kurum’un “deprem” ile ilgili toplantısında CHP dışında AKP, MHP vekilleri çağrılmadı mı? Bu ayrımcılığın cevabı verilmeden haydaa, şimdi de Karabağlar meselesi. Neden bu işi AKP’den sadece Sayın Kaya takip ediyor anlamamakla birlikte, ben de birkaç kelam edeyim şimdi. Depremde evini kaybeden yurttaşları hiç dinledi mi Sayın Kaya? Peki her geçen gün artan iddiaları biliyor mu? Hoş, sokak gerçeklerine, kaygılarına kulaklarını genelde kapalı tutan bir parlamenter yapımız var. Sayın vekiller, sadece kendilerinin “önemsediği” ve “siyasi getiri” kokusu aldıkları meselelere eğiliyorlar. Burada ne yazık ki AKP ya da CHP ayrımı yapmayacağım. Çünkü vekillerimizin alayı, İzmir’in ağır sorunlarına çok da meraklı değil. Kentsel dönüşüm konusunda iktidarın, belediyeleri yok sayan tavrını zaten biliyoruz. Bu yok sayma alışkanlığı ne yazık ki atamayla gelen devlet memurlarında da görülüyor. Ancak, İzmir’de konut sorununa iktidarın bakışı sadece “parası olana” göre. Eski devlet arazilerini verdikleri “dost müteahhitlerin” süper lüks rezidanslarından kaç öğretmen, polis, emekli, memur, işçi konut aldı acaba? İzmir’de konut fiyatlarını depreme rağmen uçuran kalpsizlikte, vicdansızlıkta sus pus olan iktidarın şimdi “başka planlar” yaptığını söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Sürekli edep sınırlarını zorlayan, bağırarak, çağırarak mesaj yayınlamanın, kura töreninden video yayımlayıp konuyu “fakire konut projesini engelliyorlara” getirmek bana çok ayıp geliyor.

Öte yandan bir noktayı özellikle vurgulamak gerekiyor.

CHP İzmir’de sanırım “sosyal medya” ve “halkla ilişkileri” ciddiye almıyor. Belediyelerin çalışmaları, partinin politik söylemleri sadece ya il başkanı ya da ilçe başkanları düzeyinde. Açık söyleyim, “RT” ederek bile elini oynatmayanların partililiği bile sorgulanır bu çağda. Karabağlar Belediye Başkanı ısrarla “hukuk” derken, kendi partisinden sosyal medya desteğini olması gereken düzeyde bile göremedim.

Bence özellikle CHP İzmir Milletvekilleri bugünlerde kentteki bazı noktalara kulak kabartsınlar. Çok ciddi “müteahhit tezgâhları” ve “operasyonları” kokusu çıktı. Bu Karabağlar meselesindeki “algı çarpıtması” yaklaşan büyük “operasyonun” duyulmaması için çıkarılan gürültü gibi geliyor bana.

***

Buca gizemi…

Gizem diyorum özellikle. Cuma günü yazdım, Forbes Köşkü’nün bulunduğu araziye “göz koymuşlar” dedim. Oradaki “Seyfi Demirsoy Hastanesi de güme gidiyor” dedim. “Yalansa söyleyin, özür dilemeyi erdem sayarım” dedim… Yahu ne diyeyim daha? Ben konuşulan tüm isimleri, zamanları, mekanları buraya yazsam soluğu savcının karşısında alırım. Deli miyim? Hangi savcı beni müteahhit sektörüne tercih eder? Hele de memlekette “müteaahit+siyaset” bu kadar iç içeyken. Ama gün olur yazarız… Cuma yazı yayımlandı ama benim sağlık sorunum olduğu için geç bakabildim telefonlara mesajlara. Yok bu kez “merak” çok şimdilik “hakaret” yok. Yok ama merak edenlerin bazıları da benim iyice “salak” olduğumu ya da “unutkan” olduğumu sanıyor.

Buca’nın genç başkanı Erhan Kılıç ile yazıştım. Bu hafta bir şekilde görüşeceğim. Sanırım bir de yanlış anlaşılmaya neden oldum. Ben yazımda “tezgâh” derken bu tezgâhın ucundan da olsa Erhan Kılıç aleyhine olduğunu yazmak istedim. Öğrendiğim şu, Forbes Köşk arazisiyle ilgili “alavere dalavere” yapılma noktasında “birileri” Belediye Başkanına belki de “sen bu işe evet de biz de sana cezaevi konusunda yardımcı olalım” diyeceklermiş. Benim bildiğim cezaevi konusunda sorun yok ama bilemem tabii gelişmeleri. Gizemli işlerden hiç hoşlanmam. Hele “müteahhit kokulu” işlerden nefret ederim. Güzel işler yapan, cebinden önce halkını düşünen müteahhit az olsa da sektöre değil, sektörün temsilcilerinedir öfkem. Tabii bir de halktan oy alıp, müteahhitlerin sesi olanlara.

Buca’da belediye eliyle güzel projeler yapılıyor. Ben rutin belediye işlerini demiyorum, tarihi ayağa kaldıracak, bu binlerce yılın birikimini bağrında toplayan İzmir’e daha çok turist gelsin istiyorum. Roma kadar, Atina kadar önemli değil mi İzmir? Önemli ama, İzmir’deki bencillik ve menfaatseverlik ne tarih bırakıyor ne de ruh. Çünkü geçen yazıda da yazdım, İzmir’in en büyük sorunu İzmir sermayesi… İzmir sermayesinde ne yazık ki “aidiyet” sorunu tavan yaptı. Özellikle milenyumla İzmir sermayesi, doğduğu ve doyduğu kenti değil, taklide soyunduğu “vahşi kapitalizmi” örnek aldı. Sermaye sözcüleri ve kalemşorları yıllardır İzmir’i başka kentlerle kıyaslama küstahlığına soyundular, İzmir’den başka yerlere gidenler, kendi kentlerine ruhen hep ihanet ettiler. İşte bu yüzden de İzmir, 8500 yaşındaki İzmir, hep öksüz gibi savruldu gitti vahşi kapitalistlerin elinde. Buca’dan gelen kokular bana anlaşılan yazdırmaya devam edecek. Buca’da tarihe büyük saygıyla işler yapılıyor. Ama önce Başkan Kılıç ile görüşeceğim, sonra da yazacağım.

***

Bir Koku Da Tepecik’ten…

İster Yenişehir diyelim ister Tepecik… Ben Tepecik denmesinden yanayım. Bu sonradan konulan “Yenişehir” adının hikmet-i kerametini yeni yeni anlamaya başladım galiba.

Birileri şimdi de Tepecik’i toptan unutturup, “Yenişehir” yapmaya niyet eylemiş. Ama özellikle “hastane” referansıyla. Biraz hatırlatayım. Tepecik’de hepimiz biliriz ki, Eşrefpaşa Belediye Hastanesi, Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Tepecik Araştırma Hastanesi, Tepecik Kadın Doğum Hastanesi bulunuyor. Bir hastane Büyükşehir Belediyesi’nin diğer üç hastane de devletin.

Belediye Hastanesi ile Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi aynı zamanda tarihsel geçmişleriyle bir değer. Diğerleri ise daha yakın yıllarda yapılmış ve gelişmiş. Yorgun binalar. Ama bunca yıl İzmir ve çevresinin şifa kaynakları olmuş. Tamam mı buraya kadar?

Şimdi size 2012’ye götüreceğim. O yıl ekrandayım. Sabah programı yapıyorum. İzmir gündemine sinir bozucu bir konu düşmüştü. Kız Lisesi, Atatürk Lisesi, Namık Kemal Lisesi gibi tarihi okul binaları ya otel ya da AVM olarak satılacak söylentisi. Çok gerilmiştim. Başladım bodoslama yayına. Hatta konuya ilgi ve tepki o kadar yoğunlaşmıştı ki, ben 13 Eylül 2012’de yayınıma dönemin İzmir İl Milli Eğitim Müdürü Vefa Bardakçı’yı konuk almış ve “satışın olmayacağını” öğrenmiştim. Ancak o dönemde İzmir’de pek çok “iş insanı örgütü başkanı” ya da yöneticisi bu sinir bozucu çalışmaya yeşil ışık yakmıştı. Beni de sürekli TV yönetimine şikâyet ediyorlardı. Okulların satışı konusu 2012’de patlamış olsa da çalışmanın 2009’da yapıldığını öğrenmiştik. Mesele de şuydu, bazı okulları satarak para kazanacaklar sonra da bu parayla adı “bölge” olan kocaman okullar yapacaklar. El alem asırlık okul binalarıyla, istasyon binalarıyla gurur duyar hatta turistleri gezdirip para kazanır ama bizimkiler “babalar gibi satar” anlayışıyla hava atar işte. Tabii 2009-2012 arasında kimlerin kimlerle “yağan yağmurda beraber yürüdüklerini de” hatırlamak lazım. Malum “birileri” sürekli unutuyor, unutturmak için de sağa sola çamur atıyor.

İzmir’de okullara bir şey olmadı ama o günlerde bir düşünce daha çok dar çerçevede konuşuldu. Önemli bir müteahhit ortaya bir fikir atmıştı. Bugünkü “şehir hastanelerine” benzer “bölge hastanesi” fikri. Her ne kadar İzmir’deki şehir hastanesi yılan hikayesine dönse de o dönemde bu “önemli” müteahhit efendi yukarı da adını andığım üç devlet hastanesinin yıkılıp “yepyeni bir şehir” oluşturulmasını, hastanelerin de Buca ya da Bornova’da hazineye ait arazilerde yapılmasını önermişti. Hatta bu muhterem, belediyenin hastaneyle işi olmayacağını da cahilce söylemişti. Lakin belediye hastanesi konusunda hala dimdik duruyor ve inşaat aleminin tansiyonunu çıkarıyor.

Peki ben yazıyorum diye bunlardan vaz mı geçilir? Tabii ki asla… Hatırlasanıza, yıllar önce Ege Üniversitesinin öğrencileri yurt sıkıntısı çekerken, üniversitenin arazisi, şartlı bağışa aykırı, araziyi dev süpermarkete üç kuruşa satmamış mıydı? O marketin de ortakları İzmirliydi hatırlayın!

Eğer düğmeye basıldıysa yapılır… Allanır pullanır yine yapılır.

Ama üzüldüğüm nedir biliyor musunuz? Bazılarımız öyle bir daldı ki bu menfaat kibrine, menfaat hırsıyla kendi dedelerinin, atalarının emanetlerine ihanet ediyor da bunu da “muhafazakarlık” diye yutturuyor ya… Ne diyeyim a dostlar!

***

NOT: 27 Şubat 2017 önemli bir tarihti. Aziz Kocaoğlu başkanlığındaki İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne karşı 2011’de gerçekleştirilen baskınlarının beraatla sonuçlandığı gündü. Düşman işgali gibi yüzlerce polisin sabah sabah belediyeye dalıp cam çerçeve indirip milletin egemenliğine saldırdığı baskınlar, yüzlerce belediye çalışanının, yöneticisinin zinada atıldığı, başkanına her türlü mobingin uygulandığı, koca belediyenin çalışamayacak duruma getirildiği zamanlardı 2011-2017 arası. İktidarın bazı isimlerinin bile midesinin bulandığı bu “kumpas” mahkemelerde de kendini göstermişti. Ama devran döndü, beraat de geldi. Bu konuyu ileride tekrar yazacağım. Çünkü o hain yöntemlerin zaman zaman tekerrür ettiği gibi bir his var içimde.