Büyük şair Nazım Hikmet’i 3 Haziran 1963’de kaybetmiştik. Önce yaşamından söz edelim. Nâzım 1901'de Selanik'te doğdu. Nazım, evlenmeye karar verdiği halde kovuşturmalar, tutuklamalar yüzünden buna olanak bulamadığı Piraye Altınoğlu ile 1935'te evlendi. Nâzım daha önce de Sovyetler Birliği'nde iki kez evlenmişti. Birincisi orada görevli bir Türk ailesinin kızı olan Nüzhet Hanım, ikincisi Doktor Lena. Tabi memleket hasreti yüzünden sona eren bir evlilik. 1938'de askeri kişileri üstlerine karşı isyana teşvik suçuyla 28 yıl hapse mahkum oldu. 1950'de, serbest bırakıldı. Kadıköy'de, Münevver Hanım'la yaşamaya başladı ve 1951'de bir oğulları oldu. Adını Mehmet koydular.

1951'de Nâzım Hikmet akrabası Refik Erduran'ın kullandığı bir sürat motoruyla Romanya, oradan da Moskova'ya geçti. Ardından Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Sürgündeyken bir çok uluslararası kongreye katılan, çeşitli ülkelere yolculuklar yapan Nâzım Hikmet büyük bir ün kazandı. Yapıtları çeşitli dillere çevrildi. Pek çok kitabı yayımlandı. 1962'de Nâzım Hikmet'e Sovyetler Birliği pasaportu verildi. 2 Haziran 1963 sabahı, kalp krizi sonucu Moskova'daki evinde öldü. Yazarlar Birliği'nin düzenlediği bir törenle Novodeviçiy Mezarlığı'na gömüldü.

***

Nazım’ın 2 önemli şiirini anımsadım:

“Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!

Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!

Toprak bakır
gök bakır.
Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
Haykır
Haykıralım!

***

Kurtuluş Savaşı Destanı da mükemmel;

“Sarışın bir kurda benziyordu.

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına kadar,

eğildi, durdu.

Bıraksalar

ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak

ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlıyacaktı.”

***

Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü ve şu türküyü duydu:

“Dörtnala gelip Uzak Asya’dan

Akdeniz’e bir kısrak başı
gibi uzanan
bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler
kenetli, ayaklar çıplak

ve ipek bir halıya benziyen
toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir
daha açılmasın,

yok edin insanın insana
kulluğunu,

bu dâvet bizim…

Yaşamak bir ağaç gibi tek
ve hür

ve bir orman gibi
kardeşçesine,

bu hasret bizim…”

Haftaya yeniden buluşmak üzere hoşça kalın dostlar