Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu/

Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın -Ataol BEHRAMOĞLU

“İda’nın eteklerinde karnabahar zamanı. Traktörlerin biri gidip geliyor. Bir mimarın

elinden çıkmış gibi düzenli yerleştirilmiş neredeyse dağ gibi olmuş karnabaharlar fotoğraf çekme isteği yaratıyor. İda’nın el değmemiş oksijeni sizi kendi dünyasında, başka bir hayatta yaşatıyor. Okuduğunuz, gördüğünüz saçmalıklar, hayasızlıklar, duyarsızlıklar, delirmişlikler

sanki başka bir dünyada oluyormuş hissine kapılıyorsunuz. İda; kendinizi yabancı hissettiğiniz o hayatlardan başka yerlere, masallara öykülere kaçırıyor sizi. Doruklarından Altınkum’a süzülen dereler, denizle buluşuyor. Tatlıyla, tuzlunun sarmaş dolaş olduğu yerde, köprüler, sandallar Venedik hissi yaşatıyor. Çay molasının tam yeridir. Ayvalık’a dönme zamanları sıkıntılı oluyor. Bambaşka bir dünyadan bambaşka bir dünyaya geçiş gibi... Arabada Sezen rüzgarı esiyor.”

“Öğrenmedi gönül yaşlanmayı” diyor Sezen… “Yoksa orman misali yanar mıydım, kendimi masallara adar mıydım?” diye soruyor…

***

Öyküleri, fotoğrafları, denemeleri, gezi ve siyaset kitaplarıyla tanınan “Ayvalık Sevdalısı

İda Gönüllüsü” gezgin gazeteci-yazar Ümit Otan “Kendimi Masallara Adar mıydım?” ismini verdiği kitabındaki, ülkemizin şu an içinden geçmekte olduğu kültürel-siyasal ortamını

yansıtan, can acıtıcı yazılarıyla okurun karşısında... Yazının girişi de kitaptan! Ümit Otan’a göre; İda söylencelerin, öykülerin, hayallerin, renklerin, kokuların, seslerin sarmaş dolaş olduğu bir büyülü hayattır. Yollarında, dağlarında, binlerce yıllık mekanlarında gezinirken, serin sularda yüzerken bir müzik çalar içinizde. Müzik durduğunda da bir öykü “fışkırır”

eskilerden bir yerlerden. Hele mevsim baharsa! O bahar ayrım yapmadan herkese geliyor,

herkesi kucaklıyor, tıpkı Orwell’in dediği gibi; “Baharın zevkleri herkese açıktır ve

hiçbir maliyeti yoktur!”

***

Ümit Otan anlatıyor: “Bir gün direksiyonu Çamlıbel’e, “Dayı”nın yanına doğru çevirdim.

İçimde; çöpe attığım zamanların, farkına varamadığım yalnızlıkların vicdan azabı... Çamlıbel’in girişinde yol kenarında, Kazdağları’nın tüm renklerinin buluştuğu yerde ‘İda Aşığı’ Tuncel Kurtiz yatıyor. Küçük bir taşın üzerinde 'Biz geldik Dayı' yazmışlar. Üzerine İda’nın tüm çiçeklerinden yorgan yapmışlar. İnsana huzur veren yer burası. Zeytinler salınıyor, birşeyler anlatıyorlar gibi. İçinizdeki sesler coşuyor. Başka bir hayata geçiyorsunuz. Masal gibi! Tek başıma oturdum Dayı’nın yanına, düşüncelere daldım, sorular sordum. Acaba tek başına olmak yalnızlığımızla buluşmamız için yeterli miydi? Tolstoy yalnızlığıyla buluşabilmiş nadir insanlardan olduğu için mi onca işin altından kalkabilmiş, tüm zamanların kıymetini bilebilmişti? Hızlanan, kalabalıklaşan aç gözlü hayat, yalnızlığımızla aramızda bir ‘kara kedi’ mi oluyordu? 'Paylaşılamayan yalnızlık’ gerçek hayatımız olabilir miydi? Acaba yalnızlığımızın farkında mıydık? Yoruldum sormaktan, ‘Dayı’ ile vedalaştım, yalnızlığıma döndüm…”

***

Yazar; insanın doğar doğmaz üzerine giydirilen çeşitli kodlarla örülü deli gömleğini yırtıp atmak, kendini yabancı hissettiği bu yaşamdan sıyrılıp bambaşka bir dünyaya sığınmak istediğini, tüm aidiyetlerden sıyrılmak, yalnızlıkla, mutsuzlukla dolu, koca bir hayatın altından kalkmak istediğini aktarıyor lezzetli öyküleriyle. Sonra bir kez daha soruyor; “İstiyor da, kolay mı? Etrafınızdaki gerçeklerden sıyrılıp masallara daldığınızda, başka bir büyülü hayatın içinde gezindiğinizde “hah işte burası benim dünyam” dediğiniz olur mu? “Ayıldığınızda”, yapmacık hayatla buluştuğunuzda, karnınız ağrır mı, başınız döner mi, mideniz bulanır mı?

***

“Kendimi Masallara Adar mıydım?”ı okuyun. Bakalım Ümit Otan’ın öykülerinden sonra

sorularına ne yanıt vereceksiniz? Ben mi ne yanıt verdim? Nietzsche’nin üç sözcüğüyle yanıtlayayım; “Hepimiz sadece kendimizleyiz!”