Milattan sonra 2021. yılın üçüncü ayı olan Mart’a da eriştik çok şükür. Yaşayıp göreceğiz bakalım “kapıdan baktırıp, kazma kürek yaktıracak mı” mart? Mevsimler de, insanlar gibi bir acayip oldu. Gerçekte mevsimleri “acayipleştiren” son on yılların dünya insanları ama ne diyelim ki, yaşıyoruz işte.

Salgın mikrobu “kafasına göre” aramızda dolaşsa da biz “normalleşmeyi” de anormal olarak yaşıyoruz farkında mısınız? Esnafın sinirini yumuşatmak için alındığına inandığım “normalleşme” kararları umarım “anormal” sonuçları doğurmaz. İktidar partisinin ülke çapında “lebaleb” yaptığı kongrelerin “netice-i sıhhiyesine dair malumat” vermeyen “Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekili” Muhterem Fahrettin Koca Hazretleri, aşılanmayan öğretmenlere rağmen açılan okulların da açıklamasını yapmaz zannımca. Kazara sual eylese bir gazeteci: “Vallahi düşünemedim, halkımızdan özür diliyorum, vallahi bir daha olmaz” kabilinden kelam eder artık.

Lakin bitmiyor ki güzel ülkemin çilesi. Yok “meteor düştü,” yok “nükleer atıklı tozlar geliyor” derken, ciddi ciddi hepimizi birer “ev kuşu” edecek bu düzen. Allah’ın belası emperyalistlerin 60’larda yaptığı nükleer denemelerin faturasını neden şimdi bize ödetiyorlar anlamak mümkün değil.

Mart ayı dedik de “Külliye-i Hümayun’un doğalgaz faturası” ne kadar bilemem ama, vatandaşın yakında ciddi bir buhrana gireceğini rahatlıkla yazabilirim. Ne o öyle gaz ve elektrik faturalarının hali? Çarşı, pazar masraflarına girmeyeceğim. Tam bir yıl önce 100 lirayla alınan “pazar ürünleri” şimdi bizim Çamkıran Pazarı'nda 300 lira. İnanmayan varsa buyursun beraber gidelim.

Amma velakin mart ayı çok önemli bir ay bizim için.

Başlı başına bir Çanakkale Destanı var mesela...

Hani şanlı ordumuzun düvel-i muazzamayı denizin dibine yollayıp, İstanbul’dakilerin de masa başında ülkeyi kaybettiği savaş. Hâlâ sırlarla kaplı o 1914-1915 arası ve İzmir ayrıntısı. Ama 1915’te pırıl pırıl parlamaya başlayan Mustafa Kemal Paşa.

Yine mesela mart değil miydi "Misak-ı İktisadi Esasları" haykırılmıştı efkâr-ı umumiyeye? Ressam da olan “son” halifenin gidişi de marttı. Tabii bir de 8 Mart var, değerini bilmediğimiz, “soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen”, üstelik “emekçi de” olan kadınlarımızın “günü”? Hani “namus” kavramını sadece “kadınlarla” açıklayıp, aslında “namussuz erkeklerin” işlediği cinayetler de geldi aklıma mesela.

Aklıma gelenleri yazdım sadece... Unutmak nasılsa “fıtratımızla” açıklanıyor. Yoksa koca tarihe baktığımızda mart ayı ne dolu oysa. Türkiye tarihinde mart ise anlamlı, acı, tatlı, tartışmalı günlerle dolu. 12 Mart örneğin... “Ziverbey Köşkü işkenceleri” ve “Amerikancılığın” muhafazakârlık elbisesi giyip zulmetmesi halka...

Mart önemli... Bakalım artık... Yaşayıp göreceğiz neler olacak...

***

HOMEROS DA BİZİM, ÇAKA BEY DE!

İçtenliğimle söylüyorum, İzmir’e karşı kalben “aidiyet duygumuz” var mı?

Tüm İzmir yurttaşlarınadır sorum. Memur, işçi, genç, yaşlı, kadın erkek, bilen bilmeyen, o partili şu partili, ona ya da buna inanan veya inançsız olan, iş insanı, işsiz, fakir, zengin herkesedir sorum: İzmir ne anlam ifade ediyor sizin için? Siz ne hissediyorsunuz sokaklarında dolaşırken? On, yüz, bin yıl önce aynı yerlerde, farklı da olsa dolaşanlar olduğunu hatırladığınız oluyor mu?

İzmir’de “Gümrük” dediğimiz yerde, üst geçit yapılmadan küçük bir büst vardı. Çaka Bey’in büstü. Ne zaman ve neden kaldırıldı, şimdi nerede onu da biliyorum. Ayrıntı yazmayacağım, çünkü Çaka Bey büstü kaldırılırken İzmir’de “karşı çıkan” öyle şimdi ki gibi bir “hassasiyet” yoktu. Hatta Fuar içinde 16 Türk büyüğü büstü de kaldırılırken kimse karşı çıkmamıştı. O dönem İzmir TV’de ben konu edince kimlerin bana nasıl hakaret ettiklerini de gün gibi hatırlıyorum.

Ama doğduğumuz ve doyduğumuz İzmir’e karşı nasıl bir “aidiyet” duyuluyorsa, büstler “yok edilirken” çıkmayan sesler 20 yıl sonra koro halinde duyuluyor. Ve Çaka Bey ile Homeros kesinlikle mantık dışı anlayışla mukayese edilip yorumlar yapılıyor, tercihler “milli” ve “milli değil” diye de ciddi ciddi dile getiriliyor.

Sabır taşı olsam çatlarım. Bu kadar mı yabancılaştık şehrimize? Soru sormayı, araştırmayı da mı beceremiyoruz artık.

O zaman yazayım. Okuyan okur, okumayan okumaz.

Çaka Bey büstünün kaldırılışının üzerinden 20 yıl geçti neredeyse. Ve 20 yıl sonra İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer çıktı, “O büst yerine konulacak.” dedi. MHP’nin gündeme getirmesine cevaptı bu açıklama. Tunç Soyer Başkan'ın bu toprakların ayrımsız tüm geçmişine nasıl sahip çıktığına da ben şahidim. Bilmeyenler buyursun sorsun. Kentte sadece “oturup” sürekli konuşanları da iyi bilirim.

Şimdi benden duyun. Çaka Bey’imizin muhteşem bir büstü yapıldı. Hem de İzmirli bir sanatçı tarafından. Çok yakında da alan düzenlemesiyle birlikte yerine konacak. Yani Başkan Soyer konuşmayla kalmadı, işi de bitirdi. Bu konuda şimdilik bu kadar yazayım. Bugünlerde bir de “Homeros çalışması” var İzmir’de. Çalıştay konferans, sempozyum ve diğer etkinliklerin daha çok başında bulunuluyor. Ben de bu çalışmadayım. Ayrıca Homeros anıtı da gündemde.

Fakat gariptir sağcı, solcu demeden bazı sesler de yükseliyor, bazıları da beni hedefe koyup bana kadar geliyor. Neymiş? “Çaka Bey büstü yerine konmadan Homeros anıtı da neymiş? Homeros’a tamam ama önce Çaka Bey” söylemleri arttıkça artıyor.

Bir kere Homeros’u bazı “milliyet sınırları” içinde “ırksal” değerlendirmek kadar büyük cehalet olamaz. Adamcağızın yaşadığı iddia edilen dönem İsa’dan önceki yüzyıllar. Homeros İyonyalı bir ozan. Bu adamcağızı alıp, emperyalist düzlemde “Yunan” ya da “Türk” diye nitelendirmek kadar saçma sapan bir düşünce olamaz. Homeros, Halkapınar deresi kıyısında yürürken bizim atalarımız neredeydi acaba? Acaba Homeros olmasaydı biz hemşehrimiz Hektor’u öğrenebilecek miydi? Balçova kaplıcalarına Agamemnon diyebilecek miydik?

Ya Çaka Bey? Ne ilgisi var ikisinin birbiriyle? Çaka Bey’in büstü kaldırılıp İzmir’den “kazınırken” neredeydi acaba bugün soranlar?

İzmir’in yaşı 8 bin 500. Homeros da bizim, Çaka Bey de. Bu 8.500 yılda kim gelip geçtiyse bizi biz yaptı. Koruduk ya da koruyamadık. Ama bugün İzmir’deki tarihsel miras ciddi koruma altına alınmaya çalışılıyor. Belediye dışında da “hareket” eden pek birileri yok. Homeros veya Çaka Bey mukayesesi yapılacağına, hükümetin ve sermaye örgütlerinin “aidiyetini” tartışmamız gerekmez mi?

Buyrun bunu konuşalım.

***

ÇOK ÖNEMLİ BİR GELİŞME AMA?

Ah işte o “ama.”

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, belediye meclisini “olağanüstü” toplantıya çağırdı geçen günlerde. Toplantı oldu ve “olağanüstü” toplanan meclis, “olağanüstü” takdiri hak etti. Bir maddelik karar “oy birliğiyle” kabul edildi.

Ancak ben “sokağa” bakıyorum, sokağa kulak veriyorum. Gariptir bu “olağanüstü” toplanan meclisin kararına Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ilgi gösterdi lakin İzmir kamuoyunda olması gerektiği gibi yankı bulmadı bence. Oysa çok ama çok önemli bir karar bu. Üstelik “oy birliğiyle.”

“Olağanüstü toplanan İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nde 30 Ekim depremi sonrasında ağır ve orta hasarlı olarak tespit edilen yapılar ile 1998 yılındaki yönetmelik öncesi ruhsat alan veya 6306 sayılı yasayla riskli kabul edilen yapıların dönüşümüne ilişkin düzenleme oy birliğiyle geçti. Yeni düzenlemeye göre depremde evleri hasar gören yurttaşlar, yeni yapacakları konutlarda hak kaybı yaşamayacak. Başkan Tunç Soyer, yeni düzenlemenin sadece hasarlı yapıları değil, benzer bir felaket yaşanırsa hasar alma ihtimali olan yapıları da ilgilendirdiğini söyleyerek “Tüm Türkiye’ye örnek olacak bir adım atmış oluyoruz. Bu, depremzedelerimiz için bir müjde. Geleceğimizle ilgili riskleri, tehditleri azaltmak için yola çıktık” dedi.

Mecliste “oy birliği” ciddi iyiye işarettir. Tunç Soyer sakin tavrı, sempatik ve dürüst yaklaşımı ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da dikkat ve ilgisini mutlaka çekti ki, kendi partisi karara kabul oyu verdi. Eğer Cumhurbaşkanı farklı düşünüyor olsaydı AKP grubu “oy birliğini” sağlayabilir miydi?

İzmir Büyükşehir Belediyesi Meclisi'nin tüm üyelerini kutlamak lazım. Umuyorum gereken onay ya da yetkiler neyse çarçabuk gelir ve kollar somut olarak sıvanır. İzmir kamuoyu da bu “birlikteliği” mutlaka savunacaktır. Olası mızıkçılık yapanlar da tarihte nasıl yazılır bilemem.