M. Zekeriya’nın kaleminden ‘Ankara’da Türk Hükümeti’

Abone Ol

M. Zekeriya, ‘Ankara’da Türk Hükümeti’, Current History (1916-1940), APRIL, 1922, Vol. 16, No. 1 (APRIL, 1922), pp. 73-75 başlıklı yazısı, Türkiye Cumhuriyeti henüz kuruluş aşamasında iken, Mustafa Kemal ve Türk Milliyetçilerinin görüşlerinin, Batı’da bazı çevreler tarafından doğru algılandığına güzel bir örnektir.

Mustafa Kemal döneminde Milliyetçi hareketin yükselişi, Müttefiklere meydan okuması, fiili bir Hükümet kurması ve Türklerin gözünden mevcut amaçları.

Kaosun önemli siyasi faktörü, Yakın Doğu'da ateşkesten bu yana hüküm süren siyasi kaostan kaynaklanan kaostur. Türkiye, Yakın ve Orta Doğu'da ve belki de tüm Asya'da muazzam bir etkiye sahip olabilecek bir devrimden geçiyor. Bu devrimin merkezi, ateşkesten sonra Anadolu'da ortaya çıkan Milliyetçi Türk Hareketi'dir. Başlangıçta bu hareket, Türkiye'nin Avrupalı ​​güçler tarafından bölünmesine karşı basit bir protesto eylemiydi. Daha sonra işgalci Yunan kuvvetlerine karşı savaşan organize bir orduya dönüştü ve şimdi nihayet Mustafa Kemal Paşa liderliğinde güçlü ve örgütlü bir hükümet haline geldi. Türkiye'de o kadar hızlı yayıldı ki, bir yıl geçmeden Müttefikler, temsilcilerini Londra'ya çağırıp taleplerini görüşmeyi gerekli gördüler. 1921'in başlarında gerçekleşen o tarihten bu yana, Kemal'in yandaşları tarafından Ankara'da kurulan Hükümet, Türkiye'nin gerçek iktidar gücü haline gelmiştir. Müttefiklerin er ya da geç onu Türkiye'nin fiili Hükümeti ve Türk halkının tek yetkili temsilcisi olarak tanımak zorunda kalacakları kesindir. Abdülhamid'in devrildiği ve meşruti bir hükümetin kurulduğu 1908 Devrimi, tüm Avrupa'da büyük bir sansasyon yaratmış ve neredeyse bir gecede yurtdışında da duyulmuştur. Ancak yeni Türk Milliyetçi Hareketinin gerçek karakteri henüz bilinmemektedir ve Cumhuriyet üzerindeki siyasi etkisi genellikle göz ardı edilmektedir. Bu nedenle, hareketin nasıl örgütlendiğini, Doğu'da nasıl bir rol oynadığını, Sultan'la ilişkisini ve İslam milletlerine karşı tutumunu görmek için karakterini incelemek ilginç olabilir.

Hareket Nasıl Ortaya Çıktı?

Türkiye'nin bölünmesine ve özellikle de İzmir'in işgaline karşı örgütlü bir protestoyu teşvik etmek amacıyla, Mustafa Kemal Paşa 1919'un ortalarında Anadolu'ya giderek Erzurum'da bir kongre topladı. Türkiye'nin dört bir yanından insanlar, Yunan Ordusu'na ve müttefiklerin bölünme planına karşı alınacak önlemleri tartıştıkları bu kongreye temsilciler gönderdi. Sivas'ta ikinci ve daha büyük bir toplantı düzenlemeye karar verdiler. İki ay sonra, Kasım 1919'da, tüm vilayetlerin temsilcileri orada toplandı ve Milliyetçi Hareket'in temellerini attılar. Ülke genelinde ulusal dernekler kurdular ve planlarını uygulamak için orduyu kullanmaya karar verdiler. O zamana kadar amaçları sınırlıydı. İstanbul hükümetiyle rekabet edecek bir hükümet kurma niyetleri yoktu. Ancak İstanbul'un İtilaf Devletleri tarafından işgali ve ardından gelen baskı, tüm mebusların ve aydınların Anadolu'ya gidip Mustafa Kemal'e katılmalarına neden oldu. Bu yeni unsurların eklenmesi ve İtilaf Devletleri'nin giderek artan düşmanlığı, Milliyetçileri Ankara'da yeni bir hükümet kurmaya yöneltti. Nisan 1920'de, Trakya, İzmir ve İstanbul da dâhil olmak üzere milletin tüm temsilcilerinin katılımıyla Millet Meclisi'ni açtılar ve Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlığında bir Milliyetçi Hükümet kurdular. Bu yeni Hükümet'in amacı iki kelimeyle özetlenebilir: demokrasi ve bağımsızlık. Millet Meclisi, ilk toplantısından hemen sonra, Milliyetçi Hükümet'in politikasının temellerini belirleyen iki önemli yasa tasarısını kabul etti. Bu yasa tasarılarından biri, eski meşruti monarşinin kaldırılıp çok daha demokratik bir yönetim sisteminin benimsendiği Anayasa'dır. Diğer yasa tasarısı ise, Milliyetçilerin Türkiye'nin siyasi, adli ve ekonomik bağımsızlığını tavizsiz bir şekilde talep ettikleri koşulları belirten Misak-ı Milli'dir. Bu iki temel yasa, Milliyetçi Türk Hükümeti'nin gerçek karakterini ortaya koymaktadır.

Anayasa Hukuku

Anayasa hukuku, özellikle Doğu'da demokraside yeni bir deneyimdir. Özelliği, ne bir cumhuriyet ne de bir anayasal monarşi yaratmaması ve mevcut diğer demokratik yönetim biçimlerine benzememesidir. Bu Anayasası'na göre, Devletin tüm gücü, üyeleri halkın doğrudan temsilcileri olan Milli Meclisi'nin elindedir. Avrupa demokrasilerinde genel kabul gördüğü gibi, ayrı yasama, yürütme ve yargı yetkileri yoktur. Milli Meclis, üçünün bir arada olduğu bir yapıdır. Devletin tüm yetkilerinin tek bir organda toplanmasının bir sonucu olarak, Ankara'da bir Kabine, bireysel bir diktatör, bir monarşi ve hatta bir Cumhurbaşkanı yoktur. Milli Meclis, diğer demokratik devletlerde hükümdarların veya cumhurbaşkanlarının sahip olduğu tüm gücün somutlaşmış halidir. Dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa bir diktatör veya bir cumhuriyetin cumhurbaşkanı değildir. Son Yunan saldırısına kadar, sadece Ulusal Meclis Başkanıydı. 16 Kasım'da Ulusal Meclis, yürütme yetkisini dört aylık bir süre için Mustafa Kemal'e devretti; bu süre son olarak 14 Şubat'tan itibaren dört aya çıkarıldı. Bu sürenin sonunda, Meclis Başkanı olarak asıl görevine geri dönecek. Bu sıfatla, ulusun resmi temsilcisidir. Meclis kararlarını ve yabancı ülkelerle yapılan anlaşmaları imzalar ve yabancı hükümetlerin diplomatik temsilcilerini kabul eder. Ancak yetkileri bununla sınırlıdır. Ulusal Meclis'in onayı olmadan başka hiçbir şey yapamaz. Daha önce de söylediğim gibi, Ankara'da kelimenin tam anlamıyla bir Kabine veya Başbakan yoktur. Ulusal Meclis, kendi üyelerinden bazılarını (idari daire başkanlarını) Hükümetin kararlarını uygulamakla görevlendirir. Bir birim olarak bir Kabine üyesi değiller, Meclis'in kişisel temsilcileridirler ve Meclis adına hareket ederler. Ankara'da Temsilci olarak adlandırılan her Bakan, Meclis'e karşı doğrudan sorumludur, ancak bunun dışında bağımsızdır. Hükümetin iç ve dış politikaları Hükümet üyeleri tarafından değil, Meclis tarafından belirlenir. Dolayısıyla Anadolu'daki tek iktidar, halkın gerçek ve doğrudan temsilcisi olan Millet Meclisi'dir. Türkiye'de ikamet eden ve Osmanlı tebaası olan 20 yaşını doldurmuş herkesin oy kullanma hakkı vardır. Bu, Türkiye'nin demokratikleşmesi yolunda atılan adımlardan biridir. İkincisi ise yönetimin ademi merkeziyetçiliğidir. Millet Meclisi, eski katı merkeziyetçi rejimi kaldırmış ve yerel topluluklara ve vilayetlere yönetim hakkı vermiştir.

Misak-ı Milli

Şimdi Misak-ı Milli'ye gelince: Bu çok önemli bir belgedir, çünkü Ankara Hükümeti'nin karakterini her şeyden daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu paktta, barış koşullarını belirleyen ve siyasi ideallerini açıklayan Türkiye Büyük Millet Meclisi, önceki hükümetlerin tüm emperyalist fikirlerini açıkça reddetmektedir. Milliyetçiler, Suriye, Mezopotamya vb. gibi Türklerin çoğunlukta olmadığı topraklar üzerinde herhangi bir egemenlik hakkı iddia etmemektedirler. Romanya, Bulgaristan ve Polonya gibi küçük veya yeni kurulan devletler tarafından kabul edilen azınlık haklarını tanımaya söz vermektedirler. Tüm ulusların ticaret gemilerinin geçişi için Boğazlar'ın serbestliğini tanımaya hazırdırlar. Ancak aynı zamanda kendi ülkelerinde mutlak bağımsızlık da istiyorlar. Bu konuda taviz vermeyeceklerdir. Siyasi ve demokratik nitelikteki reformların yanı sıra, Milliyetçiler Türkiye'nin eğitiminde ve sosyal ve ekonomik yaşamında bazı radikal reformlar yaptılar. Örneğin, onlarca kolej ve normal okul açtılar, işçilerin korunması için sosyal yasalar çıkardılar, yerli ürünlerin ihracatını teşvik etmek için ihracat vergilerini kaldırdılar vb. Kısacası, Türkiye iki yıl içinde, olağandışı koşullar altında yıllar sürecek bir devrime tanık oldu. Şimdi, savaş durumuna rağmen, Türkiye'nin halk için, halk tarafından yönetilen bir halk hükümetine sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Son zamanlarda Ankara'yı ziyaret eden tüm yabancılar bunu oybirliğiyle onaylıyor.

Sultan ve Pan-İslam

Bu kısa analizde iki noktanın açıklığa kavuşturulması gerekiyor: Biri, Sultan'ın bu yeni Anayasa'daki konumuyla ilgili, diğeri ise Ankara Hükümeti'nin diğer Müslüman milletlere karşı tutumuyla ilgili. Milliyetçi Türk Lider, 1 Ocak 1922'de Millet Meclisi'nde yaptığı uzun bir konuşmada, Sultan'ın konumuyla ilgili olarak şunları söyledi:

‘Yüzyıllardır Türkiye'nin kaderini elinde tutan ve refahı için çalışan saltanat ailesine derin bir saygımız var. Ama hepsi bu. Bundan daha ileri gitmiyoruz ve gidemeyiz. Bu saygı, kölelik anlamına gelmez. Bir "patron" aramıyoruz. Dinimize göre, gerçek hükümdar halktır ve hükümdar vekâleten halkın hizmetkârıdır. Tüm Müslüman milletlere saygı duyan Halife'ye de gereken saygıyı gösteriyoruz. Bu bir öneri, ancak onu Türk halkının diktatörü yapmak bambaşka bir öneri. Sadece Tanrı'ya itaat eder ve boyun eğeriz, başka kimseye değil’. Mustafa Kemal'in bu sözleri, mevcut Milliyetçi Hükümet'in Sultan'ın otoritesini tanımadığı ve liderlerinin eski rejime geri dönüp Sultan'a ülke üzerinde en yüksek gücü yeniden vermeyeceği anlamına geliyor. Muhtemelen gelecekte bir hükümdarı kabul edecekler, ancak yalnızca bir gölge olarak. Ankara Hükümeti'nin diğer Müslüman milletlere karşı tutumuna gelince, Mustafa Kemal Paşa'nın şu ek bildirisini aktarıyorum: ‘Mevcut felaketimizin birçok nedeninden biri, önceki yöneticilerimizin gerçekleşemez hayalidir. Geniş bir imparatorluk kurmayı, tüm Müslüman milletleri veya Turan ırkını birleştirmeyi hayal ettiler; Dolayısıyla Pan-İslamizm ve Pan-Turancılık, İttihat ve Terakki Örgütü üyelerini Büyük Savaş'a girmeye iten hayaller bunlardı. Bunlar bulutların üzerinde yükselen idealler. Politikamızda daha mütevazı ve daha gerçekçi olalım. Pan-İslamizmden anladığım şu: Müslüman bir ulus olarak, diğer ülkelerdeki Müslüman kardeşlerimizin kaderiyle fazlasıyla ilgileniyoruz. Onları mutlu ve müreffeh görmek istiyoruz. Diğer Müslüman ulusların bağımsızlıklarını güvence altına aldıklarını ve yabancı boyunduruklardan kurtulduklarını görmek bizim için büyük bir mutluluk olacaktır. Bağımsızlık mücadelelerini büyük bir ilgiyle takip ediyoruz, çünkü onların da bizim mücadelemizi takip ettiklerinden eminiz. Ancak politikamızı bu duyguya dayandırmak ve Pan-İslamist bir politika izlemek, kendi ülkemize tehlike davet etmek ve kendi davamıza zarar vermek olur. Davalarına sempati duymuyoruz, ancak onlar için savaşamayız. Biz hayalperest değiliz, Pan-İslamcı veya Pan-Turancı değiliz. Amacımız yalnızca kendi bağımsızlığımızı güvence altına almak. Başka hiçbir şey için savaşmıyor, kanımızı dökmüyoruz’.

Ancak, Ankara Hükümeti'nin ılımlı tutumuna rağmen, tüm Müslüman milletlerin Milliyetçi Türk Hareketi'ne sempati duyduğu ve Ankara'yı İslam dünyasının merkezi olarak kabul ettiği inkar edilemez. Gözlerini ve umutlarını yeni Türk başkentine çevirdiler, oraya temsilciler gönderdiler ve İslam dünyası için Ulusal Meclis liderliğini istediler. Hepsine karşı en dostça tavrı sergileyen Ankara Hükümeti, İran, Afganistan ve Türkistan ile siyasi ve ticari anlaşmalar imzaladı. Açıkçası bu, Müslüman dünyasında yeni bir dönem.

Sonuç olarak, Avrupalı ​​güçlerin tüm bölünme planlarını altüst eden ve görünüşe göre Müslüman dünyasının geleceği üzerinde büyük bir etkiye sahip olacak olan Ankara Milliyetçi Türk Hükümeti'nin demokratik ve liberal bir hükümet olduğunu söyleyebiliriz. Emperyalist fikirleri, Pan-İslamist veya Panturanist hayalleri yoktur. Tek ideali, Türkler için bağımsız bir yurt sağlamaktır.