Türkiye’de “açılım” konusunda kafalar karışık. Zira olaylara kişisel, duygusal ve tepkisel yaklaşımlar yanında partilerin oy hesapları süreci daha da karmaşık ve kaotik duruma getiriyor. Üstelik kamuoyunu meşgul edecek o kadar çok konu gündeme sürülüyor ki, insanlar gerçek konuların ne olduğunun ve nelere mal olabileceğinin farkına bile varamıyor. Bir yanda futbolcuların bahis iddiaları, diğer yanda ünlülerin uyuşturucu kullanım soruşturmaları ve daha birçok kişisel konular medyanın ana konusu. Böylece ekonomideki çözümsüzlükler, yoksulluk ve asgari ücret konuları ile yeni yıl için yağmur gibi gelen zamlar ile konkordato ilan eden ve yurt dışına taşınan şirketle gözden kaçıyor.
Sorunların yarattığı kaotik ortamda Türkiye’nin nasıl kuşatılmış olduğu da gözden kaçıyor. Geçen gün Sözcü Gazetesi Türkiye’nin İsrail, Yunanistan Ve Güney Kıbrıs işbirliği ile Doğu Akdeniz’de kuşatılmış olduğunu ve ortak mücadele gücü oluşturacağını yazdı… Bana göre bu Türkiye için küçük kuşatma. Asıl büyük kuşatma, kademe kademe, emperyal güçler tarafından gerçekleştiriliyor. İlk kademede Libya ile yapılan anlaşma ile yaratılmak istenen “Mavi Vatan” projesine darbe vuruldu. ABD ve Avrupa ülkelerinin desteği ile önümüz kesildi. Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Mısır’a verilen destek ile petrol aramalarına başlandı. Bizim keşif gemimiz Antalya limanına çekildi.
İkinci büyük kuşatma ABD derin Devletinin Milenyum dönümünden beri uygulamakta olduğu, Huntington’un saçma sapan, kültürler arası çatışma tezinden esinlenerek, NATO’nun savunma hattını Girit-Trakya çizgisi ile Yunan sınırına çekmesi ve sınır boyunca askeri yığınak yapması ile gerçekleşti.
Aslında çok daha önce başlayan ana ve üçüncü kuşatma, CIA ajanı P. Henze’nin ve onu takiben ABD’li bazı fikir önderlerinin görüşleri doğrultusunda, İki Körfez krizinde de ikna edemedikleri Atatürkçü Türk Genel Kurmayını, siyasetin emrine alan başkanlık sisteminin getirilmesi ile gerçekleşti. Dördüncü kuşatma yine Henze raporu ve milenyum sonrası ABD Büyük stratejisi ile Türkiye’de ve bölgede, üçlü yapıda federal sistemler yaratmaya yönelik stratejilerle geldi. Zira inanç, ırk ve aşiret yapılarını kutuplaştıran üçlü toplumsal yapılar oluşturmak ve bunları birine karşı kullanmak dış emperyal gücün aradığı en uygun durumdur. Üçlü yapı birbiriyle boğuşurken emperyal güç hedef ülkeyi istediği gibi yönetmekte ve sömürmektedir. Kontrol etmek istediği ülkelere bu sistemi ihraç ediyor. Libya, Afganistan ve Irak’ta uyguladı. Suriye’de de bunu yapmak istiyor.
Şimdi bu son model, Türkiye’ye sunulmak mı isteniyor? Bana göre bu model, binyıllara dayanan sayısız devlet kurmuş; 150 yıllık demokrasi deneyimi olan ve Atatürk Aydınlanmasını yaşamış bir Türkiye’nin kabul edebileceği bir model değildir. Ancak, ABD ve İsrail’in Suriye’deki PKK uzantısı SDG’ye destek vermesi ne anlama geliyor? ABD, 2026 yılında SDG için tekrar 130 milyon bütçe yardımını niçin yapıyor. Sormak gerekir. 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu, tarım toplumu aşamasından, çok ırklı, çok dinli bir yapıyı kendi haline bırakmıştı. Ulusal bir ekonomik sistem oluşturmamıştı. Bu nedenle çökmesi kaçınılmazdı. Mustafa Kemal dahiyane bir şekilde, İmparatorluk artığı olan ve kaybedilen topraklardan gelenlerle tabandaki bu çeşitliliğin hepsini kavrayacak çağdaş bir ulus devlet modeli oluşturdu. Ulusal sınırlar içindeki herkesi bünyesinde kapsayabilmek için “vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi” eşit gören bir model getirdi. Ülkede bugüne kadar her düzeyde yönetici, başbakan, bakan hatta cumhurbaşkanı farklı etnik kökenlerden gelebildi. Bazı yerel aksaklıklar demokrasi kültürünün eksiklikleri yüzünden tabana ve toplumun derinliklerine inememiş olmasından kaynaklandı. Buna karşın PKK ile Türkiye’ye dayatılan süreç, emperyal güçlerin Türkiye’yi kontrol etme gayretinden kaynaklandı. Bunun açıklamasını İngiliz tarihçi Toynbee’nin 1950’li yıllarda yazdığı kitapta açıkladı. Şimdi Türkiye’ye sunulmak istenen açılım süreci, ulusal bütünlüğümüzü korumaya mı yönelik? Yoksa ikili ya da üçlü yapılar oluşturmaya mı yöneliktir? Netleşmesi gerekiyor. Yoksa Suriye ve SDG üzerinden bölgeyi ve uzun dönede Türkiye’yi de böl yönet sisteminin içine mi çekmek istiyor? Bu konuda, niyetler çok daha net ortaya konmalı. Bu konular şark kurnazlığı içinde gelecek için mevzi kazanmaya yönelik olamaz. Türkiye bu konuları derin düşünerek, doğru adım ve stratejilerle ele almalıdır. Ülkenin dört bir yanında yaşamını sürdüren Kürt kökenli vatandaşlar açısından sorun, onurlu bir ülkenin eşit vatandaşı olmakla, emperyalizmin oyuncağı olan süreçlerden medet ummak arasında tercih yapmak anlamına gelir ki, bu ikincisi akıl, mantık ve bilinçle düşünmenin işi değildir. Emperyal güçlerin çatışmacı ortamlarda, ekonomik çıkar ve silah ticareti için el ovuşturduğu unutulmasın. Ancak özgürlükçü ve katılımcı demokrasiyi içselleştiren bilinçli düşünen insanlar emperyalizmin tuzağına düşmezler.