Kurgu’dan gerçeğe koşan bilim

Abone Ol

İlkokul sıralarındayken öğretmenim Münir Çınar’ın önerisi ile Jules Verne romanlarını okumaya başlamıştım. Verne’nin okuduğum ilk kitabı Aya Seyahat idi. Güçlü bir uzun menzilli topun içine yerleştirilen kapsül biçiminde bir mermi ile aya fırlatılan insanın hikayesini anlatıyordu.

Jules Verne bu kitabı aya gitmenin hayal bile edilemediği 1869 yılında yazmıştı. Sonra, 20 Temmuz 1969’da insanoğlu ayak bastı. Hayal bile etmenin imkansız olduğu bu kurgu 100 yıl içinde gerçeğe dönüşmüştü.

Yine Jules Verne tarafından 1870 yılında yazılan Denizler Altında Yirmi Bin Fersah adlı kitapta baş karakter Kaptan Nemo, Natilus adlı denizaltısı ile kuzey kutbundaki buzulların altından geçiyordu. Bunun da o zamanlarda hayal edilmesi dahi imkansızdı. Sonra, dünyanın ilk nükleer denizaltısı USS Natilus 3 ağustos 1958 yılında Kuzey kutbu buzullarının altından geçerek yirmibin fersahı tamamladı. Kurgunun gerçeğe dönüşmesi 88 yıl sürmüştü.

Sadece Jules Verne mi? Tabii ki değil onlarca kurgu bilim yazarı, çizerin hayalleri bizlerin hayret dolu bakışları altında gerçeğe dönüşüyor.

Geçenlerde okuduğum bir haber, Gençlik yıllarımda okuduğum Kan Damarlarında Yolculuk adlı kitabı hatırlattı bana. Kitap, beyninde büyük bir hasar oluşan bir bilim insanını kurtarmak için içindeki insanlarla birlikte küçültülerek profesörün kan damarlarına enjekte edilen denizaltının hikayesini anlatıyordu. Bunu okuduğumda yıl 1985 idi.

Okuduğum haber ise işte tam da bu kurgunun gerçeğe dönüşmesi ile ilgili. ETH Zürich’te yapılan bir çalışmada damar tıkanıklıkları ve felç gibi hayati risk taşıyan durumlarda ilacın doğrudan hastalıklı bölgeye ulaştırılmasını sağlayacak çözüm geliştirildiğinden bahsediliyordu.

Haberde, araştırmacıların kum tanesinden bile küçük olan ve kan damarlarının içinde yüzebilen bir “mikrorobot” tasarladığından söz ediliyor ve bu robotun vücut dışından yönlendirildiğini yani ; doktorların, robotu uzaktan kontrol ederek damarın içindeki hedef noktaya milimetrik hassasiyetle gönderebildiklerini anlatıyordu.

Haberin devamında Robotun içinin, hastalıklı bölgeye verilmesi gereken bir ilaçla doldurulduğunu ve robot ilgili bölgeye ulaştığında kapsülün ısıtılarak çözülmesi suretiyle ilaçların sadece istenen noktada serbest bırakıldığından bahsediliyordu.

Robot görevini tamamladıktan sonra tamamen eriyip yok olduğu için vücutta herhangi bir kalıntı bırakmıyor. Bu da ayrı bir güzellik sanırım. Ayrıca Domuz ve koyun üzerinde gerçekleştirilen deneylerde, robotun güçlü kan akışına rağmen hedef bölgeye yüzde 95’in üzerinde doğrulukla ulaştığı ve ilacı doğru şekilde bıraktığı görülmüş.

Araştırmacılar, sistemin özellikle felç hastalarında tıkanan beyin damarlarına ilacı doğrudan ulaştırarak büyük avantaj sağlayacağını ve tüm vücuda yayılan tedavilere kıyasla yan etkileri ciddi ölçüde azaltabileceğini vurguluyor. Okuduğum kurgu bilim romanı da 40 yıl içinde gerçeğe dönüşmüş.

Bunlara benzer benzemez birçok hayal, birçok kurgu, gerçeğe dönüşmeyi sürdürüyor. Aleksandr Graham Bell bir gün cep telefonları ile konuşulabileceğini hayal edebilir miydi? Wright kardeşler bir gün jet motorlu uçakların kıtalar arasında her seferde yüzlerce yolcu taşıyacağını düşünebilir miydi?

Kurgu mu bilime yol gösteriyor, bilim mi kurguları tetikliyor bilemiyorum ama özellikle yapay zekanın hayatımıza girmesi ve gelişmesi, nanoteknolojinin bugün geldiği boyutlar, chip teknolojisinin olağanüstü başarıları, kuantum fiziğinin açtığı yeni ufuklar gösteriyor ki bugün hayal bile edemediğimiz birçok şey yarının gerçekleri olarak karşımıza çıkmaya devam edecek.

Ne diyeyim. Hadi toparlanın, yarın Mars’taki villamda beraber bir akşam yemeği yiyelim. Sabaha döneriz. Dememe az kaldı.