Özlem TEZCAN DERTSİZ

Bir garip yaz… Sıcak, tedirgin, bulutlu, yorgun… Tüm dünyada kısa aralıklarla vizyona giren “Pandemi” adlı korku filmini izliyoruz. “Son” yazmıyor bir türlü. Serinin bir filmi bitmeden diğeri başlıyor. Pandemi, tüm dallarda oskara aday. Korku, belirsizlik, işsizlik, güvensizlik… Ama bir dalda oskarı alamayacağına kesin gözüyle bakıyorum: Kadına Şiddet!

Bir garip yazı… Alın yazısı. Ülkemin yazısı. Ülkemin kadınlarının alın yazısı. Her gün çoğalarak artan şiddet çığının altındayız. Çığı en yakındakiler gönderiyor üstelik. Kadını nesne zanneden, duygusuz, insansız, insafsız avcılar ordusu her yanımızı sarmış. Çünkü kendilerini dünyanın biriciği sanıyorlar, çünkü başka hayatlara, kadınlara, çocuklara, hayvanlara saygı duymayı öğrenememişler. Vahşi duygularla biliyorlar bıçaklarını. Hasta ruhlarının lavlarını kadınlara püskürtüyorlar. Bugün Pınar Gültekin, 2019’da 474 tane kadınımız bu lavların altında kalmış. Yarın bir başka adı daha yazabilirim yazıma. Bunun korkusu var üzerimde. Ama daha çok utancı var.

“Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur.” Dostoyevski söylemiş söyleyeceğini üzerime yürüyor. Ne yapıyoruz, ne yapıyorum? Yazıyorum. Yetiyor mu? Hayır? Bağırıyoruz: İstanbul Sözleşmesi! Kabul ediliyor mu? Hayır! Öldürülen her kadından sorumluyuz işte. Sesimiz duyulacak kadar gür çıkmıyor demek ki. Bağırmak yetmiyorsa, haykırmak gerekiyor demek ki.

Bir garip yazın… Yazın, edebiyat... Gerçek yazın köşeye itilmiş, hayattan çıkarılmış. Sahte kitaplar sarmış ortalığı ayrıkotu gibi. Sanal dünya da çanak tutmuş buna. Gerçek, yalan; asıl, suret birbirine karışmış. Çok zaman eğitim sisteminin tam ortasında yazın olsa diye hayal etmişimdir. Kitaplar başucunda olsa çocuklarımızın. Başka hayatları tanısalar, farklılıklara saygı duymayı öğrenseler… Bencillikten, hoyratlıktan, şiddetten; edebiyatla, sanatla, sporla sıyrılsalar. Test işaretlemek yerine bir şiir ezberleseler sevgi üzerine. Bir masal yazsalar sonu mutlu biten. Kadın erkek yan yana yürüseler öykülerinde ve gerçeklerinde. Aşklarımız roman olsa… Cahit Sıtkı’nın büyülü dizeleri gerçekleşse örneğin.

Memleket isterim

Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;

Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim

Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;

Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim

Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;

Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim

Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;

Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

Şiirdeki sıcacık, insancıl, küçücük istekler bile bir ütopya gibi uzanıyor önümüzde. Sisifos’un kayasını her gün tepeye çıkarmaya çalışsak da ve tam varacağımızda kaya aşağı yuvarlansa da, özlediğimiz günler için buna değer. Çabalamayı bıraktığımız gün, bittiğimiz gündür. Bitmeyelim. Güzel yazlar gelsin, güzel yazılar yazılsın alnımıza ve bunları anlatacağımız günler olsun yazınımızda.