Hazırlayan/ Serdar ÇELENK

Evinde yani ülkesinde bulabildiğinin aynısını ona sunarsanız fedakarlık etmesine gerek kalmaz. Ona değişik, farklı, inginç şeyler sunmalısınız, kendi kültürünüze, coğrafyanıza dair. Son dönemlerde gelişen eğilim de, bunları sadece görmek, gözlemlemek değil, deneyimlemek, bizzat içinde olmak.

Avusturya’nın başlenti Viyana her zaman bana çekici gelmiştir. Benzer kültüre ait olmasına karşın, Almanya’dan farklı olarak, Viyana insanı kasmaz, kendi haline bırakır. Bu nedenledir ki, Viyana birkaç yıldır dünyanın en yaşanabilir kenti seçiliyor.

Bir kent düşünün, eski binaları korunmuş, ikinci dünya savaşında yıkılanlar da onarılmış veya aynı şekilde yeniden yapılmış. Savaşta da, barışta da sanattan hiçbir zaman kopmamışlar. Sanatı yaşamlarının tam ortasına koymuşlar. Yaşadıkları bir şey yani, turistlere atraksiyon olsun diye yapmıyorlar. Turistler de bunu görmek, deneyimlemek için akın akın Viyana’ya geliyor.

Sanat, bilim ve tarih temalı müzeleri geziyorlar. Avusturyalılar İtalyan, Alman, Çek ve Macar mutfaklarının karışımı olan mutfaklarını son derece başarılı bir şekilde sunuyorlar. Fillmüller’de Viyana Şinitzeli yiyebilmek için randevu alacaksınız veya bekleyeceksiniz. Dediniz ki, ben şu Viyana’nın meşhur pastalarından yiyeyim, yanında da bir kahve. Günümüzden 235 yıl önce kurulmuş olan Demel pastanesi bu iş için biçilmiş kaftan. Eh boru değil, adamlar kraliyet ailesinin pastalarını yapan insanlar zamanında. Bu nedenle de gittiğinizde bir saat sıra beklemek zorunda kalıyorsunuz.

Demem o ki, Avusturyalılar bir sabah kalkıp, hadi turistlere şirin gözükecek bir şeyler yapalım dememişler. Zaten geleneksel olarak yaşadıkları değerleri, gelen konuklara sunmuşlar. Viyana müziğin başkenti ise, turistik atraksiyon olarak oluşmamış. Yüzyıllardır gelen gelenekleri, müzik aşkı Viyana’yı alıp en tepeye yerleştirmiş. Doğal olarak tüm dünyadan gelen insanlar, imparatorluk ailesinin de bir zamanlar konser izledikleri salonları dolduruyor. Bu kentte hergün birkaç ayrı yerde mutlaka konser oluyor.

Hofburg sarayının bir bölümünde ise Spanischer Hofreitschule yani sarayın binicilik okulu var. Bir zamanlar okul olan bu yapı, şimdilerde atlarla gösteri yapılan bir bölüm. Gündüz yapılan turlarda, burada neler yapılıyor, ahırlar ve gösteri salonu hakkında bilgi veriliyor. Burada sadece iyi ata binmeyi değil, atlara dans etmeyi de öğretiyorlar.

Dedik ya değişik bir kent Viyana. LGBT ye yönelik de bir sempati fark ediliyor caddelerde. Belli günlerde tramvayların ön taraflarında bir tarafta kırmızı beyaz Viyana bayrağı, tiger tarafında gökkuşağı renklerinde LGBT bayrağı. Geldiniz trafik ışıklarına. Yayalara kırmızı dur işareti yanıyor. Ama bu ışıkta bildiğimiz gibi tek bir adam yok. Çeşit çeşit bu işaretler. İki kadın ve kalpler, iki erkek ve kalp veya bir kadın bir erkek. Yeşil ışık da öyle. İnsan ister istemez durup kalıyor.

Müzeler ve tarihi binalar da gerçekten efsane. Eski saray binaları, resmi binalar kısmen resmi kurumlar tarafından kullanılırken, büyük bir kısmında da müzeler eserlerini sergilyor. Avrupa’nın en güzel, tarihi kütüphanelerinden biri de Hofburg saray binasında, Parlemento’nun yanında bulunuyor. Tarihi binalar kadar, tarihi eserlerine nasıl sahip çıktıklarını kıskanmamak elde değil.

Efes Müzesi

Antik çağdan kalma çok az kalıntılara sahip Avusturya için Efes arkeoloji laboratuarı olmuş. Yaklaşık yüz otuz yıldır Efes Antik kenti ve Selçuk’ta kazı yapıyorlar. Osmanlı döneminde başlayan kazılar, günümüzde de devam ediyor. Bazen şu an olduğu gibi politik kaynaklı kesintilere uğrasa da, bir yüzyılının üzerinde bir zamandır süregelmiş. Osmanlı döneminde yapılan kazılarda pek çok tarihi eser çeşitli yollarla Viyana’ya getirilmiş. Bu nedenle de burada, Hofburg sarayının bir bölümünde Efes Sergisi adı altında bir Efes Müzesi kurulmuş. Çok etkileyici bu müzeyi her yıl on binlerce kişi geziyor.

Avusturyalılar damak zevkine düşkün insanlar. Bu tarihlerinden gelen bir özellik. Aslında bir Levanten ülke. Diyeceksiniz ki, denizi olmayan Levanten ülke olur mu? Kim demiş denizi yoktu diye? Şimdi İtalya’ya ait olan Trieste liman kenti önceleri Avusturya’ya aitti. Bu nedenle Avusturyalılar gemilerle denizlere açılırlar, Akdeniz çanağında ticaret yaparlardı. Pek çok değişik kültürle ilişkisi olan Avusturyalıların karma ve zengin bir mutfakları var. Alman, İtalyan, macar ve çek mutfağınım bir karışımı da denebilir. Kahveyi de Viyana kuşatması sırasında biz hediye etmişiz Avusturyalılara.

Gastronomi Turizmi

Viyana Şinitseli yemek, Zaher pastasının tadına bakmak için bile Avusturya’ya gelenlerin sayısı az değil. Tatlı ve pastalar konusunda gerçekten çok başarılılar. Viyana’nın her yerinde, bir çoğu da tarihi olmak üzere, pek çok pastane var. Bir kahve ve pasta eşliğinde içilen kahvenin ve yapılan sohbetin tadına doyulmuyor.

Bağcılık ve şarap konusunda da ciddi birikimleri var Avusturyalıların. Kırmızı şarapta da kötü değiller ama, beyaz konusunda dünyanın ilk üçüne girecek kalitede beyaz şarap üretiyorlar. Bizdeki gibi büyük vergilerin olmadığı şarap, insanların akşam yemeklerine eşlik eden sağlıklı bir içki. Şarap ülke içi tüketiminin yanında ciddi bir ihraç konusu.

Bir öğünü bir sosisli sandviç ile geçirebileceğiniz gibi, şehir içi ve şehir dışında geleneksel pahalı restoranlarda da kendinize mükemmel ziyafetler de çekebilirsiniz. Velhasıl Avusturya turizminin dayandığı en önemli noktalardan biri gastronomi turizmi. Bu da gelen turistin bıraktığı dövizi ciddi anlamda arttırıyor.

Buradan çıkartacağımız ders ; Turizmi doğru yaparsanız, doğru paraya satarsınız. Halkınızın kaynaklarını tüketip, bedava turizm yapmamış olursunuz. Yapay, yapmacık, taklit şeylere yönelmezsiniz. Özellikle bizim gibi derin ve çok yönlü kültüre sahip ülkelerin yapması gereken tek turizm çeşidi.

Kitle turizmiymiş, her şey dahil turizmmiş, bunlar bize uymaz. Ne büyük getirisi var, ne de halka faydası. Birkaç yatırımcının cebini doldurmaktan öteye gitmez. Dünya yerele, doğala dönerken, bizim hala yanlışlarda ısrar etmemiz külliyen yanlış.

Ne hava bedava, ne de suyumuz. Doğal kaynakların hesaplanmadığı turizm hiçbir şekilde sürdürülebilir olamaz.