Siz beni sokaktan, mahalle arasındaki geçmelerimden tanırdınız.

O iş değil, iş, işte böyle, dalı dala ilmek yapmaktır. Tek başına oturmuşsundur, konuşmamak esas, kendinle bile konuşmazsın. Dağ tepe dolaştın, sepetlik dalları kümeledin, bağladın, bayır aşağı indirdin. İşte böyle başlıyor hikâye…

Eski dünya yeni dünya, Anadolu’da her zaman bana yer var, gerek de var.

Karadeniz yöresinde fındık dalını ıslar, büküp ince ince ayırır, örerler, çay hasadına işe yararım.

Sapları ara ara sıkıştırması mühimdir, düzgün ve sağlam olup yük taşıması için. Fındık dalı ıslatılıp da büküldüğünde ince parçalara ayrılır, ustasının elinden beyaz renkte, sağlam, çok güzel sepet olur çıkar.

Bazen kuzeyli olurum, bazen Ege’li, misal Datça’lı… Siz Atçalı Kel Memet’i bildiğiniz kadar beni bilmezsiniz. Kızlan Köyü’nde en çok örerler sepeti. Datça denildiğinde yıllar yılı mağduriyet öne çıkmıştır çünkü, kuş uçmaz kervan geçmez yerdir. E, zeytini vardır toplanacak mevsimi geldiğinde, nereye koyacaksın, tabii ki örme sepetlere.

Kızlan, sakız bitkisinden yapar iskeleti, çünkü doğasında bolca bulunan bitkidir. İskelet biter, gövde örülür biter, dalların uzantısı sepet üstü diye örülür. Buna da “Kızlan ağzı,” denir. Sakızlık, hayıt dalına göre daha esnektir.

Hayıt de, dur orda, hayıt kokusu yiğit kokusu derler, filizleri uzun, düzgün olur. Hayıt kırılır bazen, yiğit kokusu olsa da kokusu, yiğitler de kırılmaz mı hayatta, belki en çok onlar kırılır… O vakit, sepetin ağzı kıvrıldı deriz biz, sapı yapacak dalı, kulbu yerine oturtmak için kalın bir hayıt dalı alırım, zeytin de olur, nar da, neden olmasın, sen işinin bittiğine bak. Sap olacak dalın üstüne hayıt dalı sarılır, kulp bağlama örgüsüyle. Sağlam yapılmalı, yoksa sap elinde kalır, sepet yerde…

Edebiyim de, sepet sepet yumurta en ünlü şiirdeki bende’niz, kim bilmez?

Sepet koydum kapına, şavkı vurur bayıra, Allah’ın yazdığını, yerde kimler ayıra?

Sepet sepet üzüm var, benim sende gözüm var, senden başkası haram, dünya ahret sözüm var.

Sekiz sekiz onaltı, burası ceviz altı, sepetimi örerim, ne cefalar çekerim…

Hani bi şehzade vardı masalın birinde, tutsak olduğunda sepet örüp, içine öyle bir desen dokumuş idi, padişaha satılan bu sepetten izini sürüp kurtarmışlar idi onu… Her zenaatin hükmü de var, yükü de var, kalbi, sabrı, hevesi gerektiren ilmi de…

Bunlar gönül cilvesi, kulağasma… Sepet, hayatın merkezi, ekmek kapısı, dalın ve bahtın iyi olacak, gücün, hevesin de var ise, bundan alâsı Şam’da kayısı…

Karaburun Yarımadası’nda sepet örmeci amcalar da kalmadı vesselam; bir fotoğraftaki amca vardı Eğlenhocalı, bir de Sarıpıncıklı Ahmet Hayta; boncuklu sepetler yapardı, el hüneri alın teri. Onların hüneri örgü sepetler şimdi her kimdeyse değerini bilsinler, göz nuru…