Hazırlayan/ Lütfü Dağtaş

Olacak iş değil ama Attilâ İlhan’ın bende imzalı hiç kitabı yok! Oysa Karşıyaka Çamlık’tan komşuyuz. Lise yıllarımda şiirlerimi, diğer gençlerin yaptığı gibi yüreğim heyecandan gümbür gümbür çarparak ona okutuyor, değerlendirmesini rica ediyorum. Sonra gazete muhabirliğim yıllarında çalıştığım Demokrat İzmir Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenim, Başyazarımız. Yani aynı çatı altındayız, odası istihbarat salonuna bitişik. Çoğunluk sabahları Karşıyaka’dan kalkıp Pasaport aktarmalı Konak’a gelen 08.45 vapuruyla Demokrat İzmir’e birlikte geçiyoruz. Biz her defasında nedense ara iskele Pasaport İskelesi’nde karaya ayak basıyor, Konak’taki Demokrat İzmir’e değin yürüyerek gidiyoruz.

Bir defasında dayanamayıp soruyorum:

- Attilâ Ağabey?

-Efendim çocuğum.

- İşyerimiz Konak’ta ama biz vapurdan Pasaport’ta iniyor, Konak’a değin yürüyoruz. Niçin?

Duruyor. Müstehzi bir ifadeyle yüzüme bakıyor:

-Spor oluyor çocuğum, spor!

Attilâ İlhan’dan adıma imzalı tek bir kitabı yok ama üniversite sıralarından arkadaşım Emine için, özel çabamla Pasaport’ta o yıllar var olan kıyı kahvesinde gerçekleştirdiğim bir düzenleme sonucu elde edilmiş imzalı pek çok kitabı var. Bu şöyle oldu:

Emine o yıllar Pasaport semtinde bulunan, şimdi Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü’nün bulunduğu binada öğrenim veren İktisat Fakültesi’nde, ben aynı üniversitenin Bornova kampusundaki Gazetecilik ve HİYO’da öğrenciyiz. Samimi iki arkadaşız. Bir gün şimdi kamuya ait bir kurumun müdürlük binasının olduğu yerde bulunan, İktisat Fakültesi’ne yakınlığı nedeniyle öğrenciler tarafından gün boyu masaları doldurulan, bu yüzden “beşinci amfi” diye adlandırılan Ömer Ağa Çay Bahçesi’nde karşılıklı oturmuş çay içiyoruz. Birden Emine, nasıl olduysa, “ne güzel, Attilâ İlhan ile aynı gazetede çalışıyorsun!” diyor.

-Tanıyor musun Attilâ ilhan’ı?

Bunu, o yıllar geniş çevrelerin tanıdığı bir şair değil, onun için şaşırarak soruyorum.

-Elbette, tanıyorum. Çıkmış tüm şiir kitapları elimde var.

Çayımdan bir yudum alıyorum:

-O kitapları Attilâ İlhan’a imzalatmak ister misin?

-Çok isterim.

-Genelde sabah sekiz kırk beş vapuruyla işe birlikte geçiyoruz. Karşıyaka’dan Pasaport’a yanaştığımızda burada iniyor, Konak’a, Demokrat İzmir’e yürüyerek birlikte gidiyoruz. Kendisine önereceğim. Kabul ederse bir sabah Pasaport’ta indiğimizde Kordon’daki kahvehanenin masalarından birisinde otururuz, kitaplarını sana imzalar.

Konuyu bir iki gün içinde Attilâ Ağabeye açıyorum. “Olur çocuğum, imzalarım” diyor. Ardından kalın gözlük camlarının ardındaki miyop gözleriyle sanki biraz muzipçe bana bakıyor:

-Emine, flörtün mü?

-Değil Ağabey, arkadaşım.

-Peki.

Birkaç gün içersinde Emine, Pasaport’ta, karşıdaki kahvenin kıyıya sıraladığı masalardan birisinde kitapları masanın üzerine koymuş yolumuzu gözlüyor. Attilâ Ağabey ile tanıştırıyorum. Sabahın iş saatinde diğer masalarda henüz kimseler yok. Herkes işine gidiyor. Dolayısıyla bu çok özel bir imza günü! Attilâ Ağabey, Emine’nin tek tek kendisine uzattığı tüm şiir kitaplarını imzalıyor. Birer bardak çay içiyoruz. Demokrat İzmir bizi bekliyor.

Şair - yazar Hidayet Karakuş

12 Eylül 1980 Askeri Darbesi pek çok insanı bir yerlere savururken ben de payıma düşeni almıştım. Genel Müdür koltuğuna oturtulan General Necati Özkaner, beni Basın Yayın Genel Müdürlüğü’ndeki işimden attığında kış ayağını sallamıştı. Ayağımdaki yazlık kösele ayakkabının tabanı delik, ev kirasını ödeme yaklaşmış, ocakta bugün yarın çorba yapacak ateşi bile bulmak zorlaşmış. Bu yüzden Ankara’da fazla kalamamış İzmir’e dönmüştüm. İşsizdim. Oğlum Ekin dünyaya gelmişti. Yıl 1981. Sayısı bir elin beş parmağı kadar olan İzmir gazetelerinde hemen iş bulmam olanaksızdı. Ne iş olsa yaparım, durumundaydım. O sıralar bir haber aldım. Sonraki yıllarda DYP Genel Başkanı ve Başbakan olacak Prof. Dr. Tansu Çiller’in, soyadını verdiği eşi Özer U. Çiller’in genel müdürü olduğu İstanbul Bankası, Bursa Mustafa Kemalpaşa İlçesi ile adını şimdi anımsayamadığım bir başka ilçedeki şubesi için eleman alacaktı. Başvurdum. İlkin yazılı sınav, ardından görüşme. İşe alındım. Tam valizimi toplama hazırlığındaydım ki İzmir Kemeraltı Şubesi’nde görevlendirildiğimi öğrendim. Yaşamımdaki tutamadığım sözlerimden birisi kesinlikle bankada çalışmayacağım şeklindeki sözümdür. Zorunlu kaldığım için bu sözümü çiğnedim. Büyük konuşmuşum, diyerek özeleştirimi hemen yaptım!

Şubede ilk bir iki ay zorlandım, ondan sonrası daha kolay olmaya başladı. O yıllar bilgisayar henüz günlük yaşantımıza girmiş değil. Hesapları büyük boy kırmızı kartonlarda tutuyoruz. Mudilerin, adlarına yazılı el kadar hesap cüzdanları var. Şubede görevli dört erkeğiz. Müdür Veciz Sürmeli, Veznedar Mehmet bey, hizmetli Nuri ve ben. İkisi bankoda görevli düz memur, ikisi arkamızda şef toplam dört de bayan. Bayan şefler gün boyu neredeyse ellerini işe hiç sürmüyorlar. Varsa yoksa incir çekirdeğini doldurmaz konularda muhabbet. Öyle ki, daha birinci ayımda, mevzuata uygun olmamasına karşılık telefon ile provizyon alma işini bile gözlerini kırpmadan bana yıkıyorlar. Bankoda görevli diğer iki kadın çalışan Şükran ile Neslihan’ın elleri ise o denli ağır ki vadeli, vadesiz mevduat sahipleri, ticari mevduatı olanlar hep işlerini bana yaptırmak için önümde kuyruk oluyorlar. Haliyle bunalıyorum.

Nasılsa o gün sabah saatleri henüz iş yoğunluğu yok. Şubenin kapısından içeri genç, uzun boylu bir adam giriyor. Bana doğru geliyor ve elindeki mevduat defterini uzatıyor. Hoş geldiniz, diyor, önümdeki sandalyeye buyur ediyorum. Oturuyor. Defterin ilk sayfasını açıp adına bakıyorum: Hidayet Karakuş!

-Şair Hidayet Karakuş siz misiniz?

Genç adam şaşırıyor. Öyle ya para pul meselesini halledeceği bir banka şubesinde masanın gerisindeki banka memuru onu şair olarak tanıyor. Şaşırmakta haklı.

Gülümsüyor.

-Evet, benim.

-Geçenlerde dergide okuduğum Suphi Beyin Bezgin Kızı şiiriniz çok güzeldi. Çok tat aldım.

***

Özer U. Çiller’in yönetiminde her geçen gün kötü yönetildiğinin işaretlerini aldığım İstanbul Bankası’ndaki memurluk işime ancak 8 ay dayanabildim ve sekizinci ayın sonunda istifa dilekçemi Müdür Veciz Sürmeli’nin masasına bırakıp (çünkü önceden kendisine teslim ettiğim iki istifa mektubunu yırtmıştı) şubeye bir daha uğramadım.

Hidayet Karakuş ile dostluğumuz o gün bugündür sürüyor. Pek çok etkinlikte bir arada olduk. Şiir kitapları ile romanlarını adıma imzalama inceliğini gösterdi. Dahası hazinemde elyazısıyla Suphi Beyin Bezgin Kızı şiiri de var.

YARIN: Selçuk Altun, Şükrü Erbaş