Ne gizli saklı, ne zarif bir dekolte.

Örtülü çıplaklık.

Âlenisinden daha çarpıcı, daha açık, ama, bir o kadar da sıtırlı.

Beyaz gömlek altına siyah çamaşır giyilmez, ama, görünsün istemiş olabilir. Ya da resim tadında olduğu için ben öyle gördüm bu fotoğrafta.

Yahut bu ak gömlek işyeri üniforması.

Zaten tırnaklar dipten kesik, demek işi önemli, tırnak engel.

Çeken ışığı ve duruşu öyle ayarlamış ki , usta işi bir fotografi olmuş. Dedim a, resim tadında üstelik. Kadın düğmeleri ya çözüyor, ya ilikliyor; seyredene gel git…

İki meme arası bir derin ırmak, hem gökyüzüne ağıyor, hem aşağı akıyor.

Kırışık değil, cilt izi değil, duruş çizgisi, ressamın kurşunkalem ucuyla çekiverdiği bir zarif iz.

Meme değil, göğüs dedirtiyor insana.

Karacoğlan’ın aklının kaldığı memelere pek benzemiyor, onun bayıldığı hem başkaldırırdı, hem sığmaz taşar.

Balkanlar üstünden uçakla geçerken aşağıda Tuna’yı görmüştüm bi zamanlar, nakış ipliği kadarcıktı koca Tuna Nehri, mavi bir ip… (O zaman dehşetle düşünmüştüm, gümbür gümbür Tuna’nın hükmü bir ip kadar, 15 bin metreden daha yukarı çık, çık, çık, galaksiye çık, oradan Samanyolu içinde bir zerre olan, kendi bile görünmeyen mavi bilye dünyamız üstünde bir insan, insanın söz dinlemez, zapta rapta gelmez kalbi, nasıl ulaşsın Tanrı katına? diye. Oluyor demek, hem bizim sesimizi, derdimizi duyuyor, hem bomba seslerini, Tuna’yı bile, Tuna dalgalarını bile…)

Sözün özü: Düğmelerken çözmeyi düşünüyor mudur? Sevdiğinin gelip o düğmeleri çözdüğünü özlüyor mudur? Ameliyathaneye geciktim, diyor mudur? Kasada müşteriler bekliyor ya da? Ben bunları değil, o zarif ırmağın hem yukarı ağan hem aşağı akan ırmağın geleceği doğuracağını düşünüyorum…

Kadının hareketindeki şiirsellik fotoğrafçının gözünden işte böyle!