Strabon Coğrafya adlı kitabında Roma Dönemi Smyrnası’nı tasvir ederken, “…Bundan sonra şimdiki Smyrna’dan yirmi stadia uzaklıkta bulunan Eski Smyrna’nın bulunduğu diğer bir körfeze gelinir…” diyerek devam eder. Bu bağlamda Hellenistik Smyrna yani Kadifekale eteklerinde kurulan Yeni (Nea), öncesi olan ve günümüzde Bayraklı lokasyonunda bulunan ise Eski’dir (Palaia).

İzmir’in Osmanlı Dönemi’nde 17. Yüzyıl başlarından itibaren liman kenti olarak öne çıkmasıyla birlikte kent Batı Avrupalı tüccarların olduğu kadar araştırmacı ve serüvencilerin de ilgi odağı haline gelmiştir. Birçok seyyah, araştırmacı ve 19. Yüzyıl ikinci yarısından sonra da arkeolog kente gelmiş ve araştırmalar yapmıştır. 19. Yüzyıl ilk çeyreğine kadar kente gelen araştırmacılar Strabon’un tasvirine referans vererek Eski Smyrna’ya ilişkin gözlemlerini aktarmışlardır. Ancak burası Eski Smyrna diyerek yayın yapan birisi için Avusturyalı Diplomat Baron Anton Prokesch von Osten’i beklemek gerekecektir. Baron Osten 1824-28 yılları arasında (Yunan İsyanı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa Olayı sırasında) havzada bulunmuş askeri bir diplomattır. Baron’un kalıntılar üzerine incelemeler yaparak yayın yapmasının öncesinde Eski Smyrna lokasyonuna dair Pococke (1739), Chandler (1764-65), Texier (1833 ve 37), William John Hamilton (1835) gibi önemli seyyahlar buradaki kalıntılara ilişkin özellikle de nekropol alandaki mezarlara, kalelere ve anıtmezara ilişkin incelemelerini aktarmıştır. Bunlar arasında Texier burasını Sipylos kent kalıntısı olarak tanımlarken, Hamilton, Strabon’un tasvir ettiği Eski Smyrna olarak tanımlar.

1835 yılında kentte (ve Anadolu’nun büyük bir bölümünde) incelemelerde bulunan İngiliz Jeolog William John Hamilton kalıntıların Eski Smyrna’ya ait olduğunu kitabında belirtmiştir: “…Bu durumda tüm yazarların birleştiği nokta olan, İzmir'in Meles'in kıyısında veya yakınında kurulu olduğu iddiasına göre, Eski İzmir'in ovanın kuzeyinde olmuş olması gerekir. Strabon'a göre eski şehir, şimdiki şehrin ve rıhtımının öte tarafındaki koyda yer almaktadır. Buna göre 20 stadia doğuya yani bugün Tantalos mezarının bulunduğu yere tekabül etmektedir. Strabon'un sözleri yeteri kadar açık ve ben hiç duraksamadan burasının ilk İzmir olduğunu söylüyorum. Strabon, kaplıcalardan, İzmir Körfezi'nden ve İzmir'den söz ettikten sonra şöyle devam eder: ‘...bugünkü Smyrna’dan 20 stadia ilerde bir başka koy daha vardır; burada eski İzmir yer almaktadır.’” Hamilton ulaştığı bu bilgiye 1842 yılında yayınladığı kitabında yer vermiştir.

FAUVEL UNUTULMAMALI

Hacı Mutzo olarak anılan höyüğün bulunduğu alana ilişkin ilk yüzey incelemesini yaparak notlarını yayına dönüştürerek bilim dünyasına açıklayan Baron Osten olmuştur. Tabii burada İzmir Tarihi için önemli bir isim sayılan Fransa’nın eski Atina Konsolosu Louis François Sébastien Fauvel’in (aynı zamanda ressam ve arkeolog) adını anmak gerekir. Fauvel 1822 yılında Yunan İsyanı’na karşı tavır aldığı için Atina’yı terk ederek İzmir’e yerleşmiş öldüğü tarih olan 1838 yılına kadar İzmir’de yaşamıştır. İzmir’deki evini birçok Batı Avrupalı ziyaret etmiş; kentten ve çevreden elde ettiği buluntularla dolup taşan ev ziyaretçilerin övgülerine mazhar olmuştur.

Baron’un deyişiyle “Yaşlı Fauvel” kendisini bu kalıntılara götüren isim olmuştur. İlk defa Nisan 1825’te ziyaret ettiği alanı Temmuz 1826’da tekrar ziyaret eder. Bulunduğu çeşitli kentlerden yazdığı mektuplardan oluşan 1836-37 yıllarında yayınlanan üç ciltlik eserde ve Edebiyat Yıllığı (Smyrna-IV. Aelteste Smyrna, Jahrbücher der Literatur, sayı 68, sayfa 55-86.) adlı dergide yaptığı yüzey incelemelerini ayrıntılı olarak yayınlamış ve böylece Eski Smyrna’nın lokasyonu ve hâlihazır durumu yazılı olarak kayıt altına alınmıştır. Kendisinden 100 yıl sonra alanda araştırma yapan Miltner çiftine de referans olmuştur.

Öncelikle höyüğün Kâtipzade Çiftliği olduğunu belirterek mülkiyete ilişkin bilgi verdikten sonra aktardığı ilk bilgiler şöyledir: “…İzmir’in karşısında, Bornova koyunun bulunduğu kıyıda, Sipylos’un uzantılarından birinin oluşturduğu vadide, deniz seviyesinden sonra ikinci kademede kayalık bir tepe bulunmaktadır. Burada bazı çok eski kalıntılar vardır. Fakat buraya neye dayanarak verildiğini anlamadığım Kibele Tapınağı adı verilmiştir. Bu yapının ne amaçla yapıldığını kestirmek oldukça zordur. Ben, kendi öngörümü belirtmeden önce, burasıyla ilgili bazı bilgiler aktarmak istiyorum.

Yaklaşık 8600 adımkarelik bir alan kaplayan tepenin dört tarafı poligonik taşlardan oluşan bir duvarla örülüdür. Körfeze bakan güney duvarının uzunluğu 96 adımdır. Tepe kayalık olduğu için duvar kayanın şekline uyularak örülmüştür yani kayalıklar arasındaki boşluklara duvar örülmüştür. Her ne kadar kayalık olmasa da yine de dik ve derin olan batı tarafı 120 adımdır. Bu taraftaki taş bloklar dik açılı işlenmiş ve birçok yere göre özenle örülmüştür. Doğu tarafıysa 103 adım, kuzey tarafıysa 58 adımdır…”

EFSANE ÜRETİLDİ

Eski Smyrna kalıntıları üzerine 19. Yüzyıl’da en ayrıntılı çalışmayı İzmir Rum Evanjelik Okulu hocalarından Georg Weber 1880’de Paris’te yayınladığı kitabıyla ortaya koymuştur: “Le Sipylos et Ses Monuments, Ancienne Smyrne (Navlochon).” Eski Smyrna’da ilk incelemelerde bulunan Baron Anton Prokesch von Osten’in ve Charles Texier’in inceleme metinleri, kendilerinden sonraki araştırmacılara -antik dönem yazarlarının aktardıklarının yanı sıra- temel kaynak işlevi görmüştür. Fakat iki yazar arasında temel bir fark bulunmaktadır. Baron, incelemeleri sonucunda bugünkü Tepekule’nin Eski Smyrna olduğuna karar vermiştir. Texier ise aynı yeri Sipylos şehri olarak incelemiştir. Bundan sonraki inceleme ve araştırmalar, bu iki metni ve antik yazarları baz alarak inceleme sonuçlarını yorumlamaya çalışmışlardır. Bunlar arasından Karl Bernhard Stark İzmir üzerine nefis bir efsane üretirken, Gustav Hirschfeld incelemeleri sonunda 19. Yüzyıl’daki Eski Smyrna üzerine yapılan tartışmalara son noktayı koymuştur. Elbette bu arada, bu araştırmalar sırasında Eski Smyrna’ya ait önemli sayılabilecek bazı buluntuların da götürülmüş olduğunu belirtmekte yarar var.

19. Yüzyıl’da başlatılan bu çalışmalar 1930 yılında, İzmir’in unutulmaz valilerinden Kazım Dirik’in gayretiyle -1920’li yılların ortasında höyükte inceleme ve araştırmalarda bulunmuş olan- Avusturyalı arkeolog çift Franz-Helene Miltner aracılığıyla yüzey araştırmaları gerçekleştirilmiştir. Arkeolog çiftin hazırladığı ve Vali Kazım Dirik’e sundukları rapor, İzmir ve Havalisi Asarıatika Muhipleri Cemiyeti yayınlarından 20 sıra numarasıyla 1934 yılında yayınlanmıştır.

1948-1951 yılları arasında gerçekleştirilen kazı çalışmaları, Ankara Üniversitesi ile Atina İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nün ortak bir çalışması olarak John M. Cook ve Ekrem Akurgal tarafından yönetilmiştir. 1967-1981 yılları arasında gerçekleştirilen kazılarsa, Türk Tarih Kurumu, Ankara Üniversitesi ve Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü adına Ekrem Akurgal yönetimindeki bir Türk kazı ekibi tarafından yürütülmüştür. Kazı çalışmalarına daha sonra Sayın Meral Akurgal devam etmiştir. Günümüzde ise değerli dost Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri Uzmanı Prof. Dr. Cumhur Tanrıver tarafından yürütülmektedir. Haftaya kuzeydeki bir keşif ile bu sürece devam edelim. Bakalım neresi nasıl keşfedilmiş?…