Gazeteci, fotoğrafçı Lütfü Dağtaş’ın, karatabaklık, olarak adlandırılan; sepicilik, debbağlık, göncülük olarak da bilinen Anadolu’nun en eski zanaatına ilişkin fotoğrafları İspanya yolcusu. Fotoğraflar “Anadolu’nun Son Karatabakları” adıyla, 22 Şubat 2020 tarihinde, Barselona’daki Igualada Deri Müzesi’nde sergilenecek. Barselona Igualada Belediye Meclisi ve Igualada Fotoğraf Grubu tarafından gerçekleştirilecek festival kapsamında açılacak “Anadolu’nun Son Karatabakları” başlıklı sergi 21 Şubat-15 Mart 2020 tarihleri arasında açık kalacak. Lütfü Dağtaş, festivalde yer alacak tek Türk fotoğrafçı.

Derilerden hayat

Barselona’da sergisi açılacak Lütfü Dağtaş, derinin; elektrik ile kimya sanayinin olmadığı bin yıllar boyu dünyanın diğer köşelerinde olduğu gibi Anadolu coğrafyasında da işlendiğini, işlenen bu derilerden başta giyim kuşam olmak üzere çeşitli amaçlar için eşyalar üretildiğini söyledi. Dağtaş, “Bu bilgiye dayanak olarak baktığımızda Çatalhöyük Duvar Resimleri, Anadolu insanının 10 bin yıl önce etinden sütünden yararlandığı hayvanın yüzdüğü derisini işleyerek giyim amaçlı kullandığını bize gösterir” dedi.

Kireç ile zırnık başta olmak üzere yerkürede mevcut birkaç kimyasalın dışında madde ve elektrik kullanmadan, ağaç ve bitkilere dayalı tanenlerin esas alınmak suretiyle tümüyle beden ve kol gücüne dayalı olarak deriyi işleyenlere karatabak, debbağ, sepici, göncü dendiğini belirten Lütfü Dağtaş, “Mesleğin de adı bu nedenle karatabaklık, debagat, sepicilik, göncülüktür” diye konuştu.

Kürk yapımı ağırlıkta

Geçmiş bin yıllar boyu pek çok çeşitteki hayvandan yüzülerek elde olunan derinin işlendikten sonra giyim kuşam başta olmak üzere gelmiş geçmiş uygarlıklar tarafından değerlendirildiğini aktaran Lütfü Dağtaş, konuyla ilgili olarak şu bilgiyi verdi: “Bu uygarlıklar içinde Selçuklular’ı ele aldığımızda Anadolu coğrafyasının soğuk iklim koşulları nedeniyle kürk yapımının ağırlıkta olduğunu görmekteyiz. Saray mensupları ve sokaktaki halk tümüyle kalpaktan ayağa kürk giyiyordu. 600 yılı aşkın süre üç ayrı kıtada imparatorluk olarak var olmuş Osmanlı’da ise deri işleme ve deriden eşya yapımı özel önem taşıyor. Öyle ki, Padişah Fatih Sultan Mehmet, debbağları bir araya toplamak için Kazlıçeşme’yi kuruyor, yakınına da Saraçhane’yi inşa ettiriyor. Bugün yurt içi ve yurt dışı müzelerde dolaştığımızda buralarda sergilenen deri eşyaların eşya olma özelliğinin dışına taştıklarını birer sanat şaheseri olduklarını görmekteyiz. Sıralayacak olursam; İstanbul Harbiye’deki Askeri Müze bu örneklerin ağırlıklı sergilendiği yerdir. Kanuni’nin Mohaç Zaferi sonrası çaldırdığı iki kös (büyük davul), Yavuz Sultan Selim’in kılıç kabzasına sıvanmış yılan derisi birer nadide örnektir. Türk İslam Eserleri Müzesi’nde de nadide deri eşyalar bulunmaktadır. Ayrıca Almanya’nın Dresden kentinde yaklaşık beş altı yıl önce daimi sergi kimliğiyle açılmış Türk Sergisi’nde yer alan büyük deri çadırla padişahlara ait altın, zümrüt, yakut değerli taşlarıyla işlemeli koşum takımları hemen sayabileceğim örneklerdir.”

‘Osmanlı dericilik dünya çapındaydı’

Toprağın yapısı ve iklim koşulları nedeniyle Anadolu coğrafyasında karşımıza ne yazık ki çok örnek çıkmadığını vurgulayan Lütfü Dağtaş,.”bulunabilmiş en eski örnekler bugün Anadolu Uygarlıkları Müzesi’nde sergilenen, Van yöresindeki Urartu kazılarında elde edilmiş metal lahit örtüsü ile sürahi üzerine sıvanmış deridir. İÖ 1400’lü yıllara tarihlidir. Ayrıca Niğde Arkeoloji Müzesi’nde yer alan bebek mumyalardan birisinin üzerinin deri ile kaplı olduğunu görmekteyiz. Antik Çağ’ın Bergama’sında ise inceltilmiş, üzerine yazı amaçlı deri olan parşömenin işlendiğini ve o yüzyılın önemli Bergama Kütüphanesi’nin 200 bin kitabının bu parşömenlerden meydana geldiğini değişik kaynaklardan öğrenmekteyiz” dedi.

Osmanlı döneminde deri işlemeciliğin ve deriden eşya yapımının dünya çapında örnekler yarattığını aktaran Lütfü Dağtaş, “örnek verecek olursak hemen karşımıza çıkan Padişah Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’un dört bir yanında faaliyet gösteren debbağları Kazlıçeşme Bölgesi’nde toplaması ilk adımdır. Bu debbağların o dönemki sayısının 360 civarında olduğu bilinmektedir” dedi.