Yazımın başlarında, başbakanlık, ardından cumhurbaşkanlığı yapmış Turgut Özal’ı, onca hicvetmesine karşın aralarında tonton bir ilişki olduğundan söz etmiştim. Bir iki örnekle anlatayım: 

17 Aralık 1975 günü 100 bin basılarak piyasaya çıkan ve saat on bir de bayilerde kalmayan Çarşaf’ın kapağını süsleyen karikatür Turgut Özal’ın karikatürüdür ve çizeri Balcıoğlu’dur. 

Yeşilay'dan gençlere kısa film yarışması Yeşilay'dan gençlere kısa film yarışması

Yıl 1983’tür. Seçimler yaklaşmıştır. Özal henüz ANAP Genel Başkanıdır. Birlikte Adana’dadırlar. Otelde kaldıklar sıra Balcıoğlu, Özal’a, o dönem henüz popüler olmayan eşi Semra Özal ile ilgili şöyle bir istekte bulunur: 

-Sizden bir ricam olacak. Hanımefendi’nin bir portresini çizeceğim. Bana iki dakika poz verebilirler mi? 

-Tabii Semih Bey, o zaman Mersin’e gidince biz birlikte yukarı çıkarız, partilileri sonra kabul ederim.  

Ondan sonrasını Semih Ağabey anlatsın: 

“Öyle yaptık, üçümüz bir asansöre binip yukarı çıktık. O asansör bizi nasıl çekti bilemem! Odaya girince Turgut bey, 

- Hanımefendi, Semih beyefendi sizin bir portrenizi çizecekler. Bir iki dakika poz vereceksiniz.     

Semra hanım gitti gelmez. Turgut bey, mini barı açıp bir soda, bir su, bir meyve suyu ikram ediyor, neredeyse boğulacağım. Nihayet Semra hanım geldi. Saçlarını yapmış, elbise değiştirmiş. 

-Hanımefendi, sizi şöyle rica edeyim, dedim. Unutamayacağım bir yanıt aldım: 

-Semih bey, dişim biraz şiş. Çıkar mı acaba?” 

 Semra Hanım pozunu verir, portresi iki dakikada çizilmiştir. Özal sorar: 

 - Semra’yı nasıl çizeceksiniz? 

 - İkinizi yan yana yana çizip, partinizin şarkısı olan, Arım Balım Peteğim’i söyleteceğim. 

 Özal çifti yan yana gelerek şarkıyı söylerler ve mesai tamamlanır. 

 Hadi bir de karikatürcülere küsmesiyle ünlü (bunu bana Semih Ağabey söylemişti) gazeteci kökenli başbakan Bülent Ecevit ile ilgili bir anısını aktarayım: 

 Askerliğini yapmadığı gerekçesiyle o sıra karikatür çizdiği masadan kaldırılıp şubeye götürülen Balcıoğlu, sonunda artık Ankara Polatlı’da çakı gibi askerdir. Hafta sonu izinlerinde ise mürekkep kokusu çektiğinden döneminin ünlü dergisi Akis ile yine döneminin ünlü gazetesi Ulus’un karşı karşıya oldukları idare binalarında soluğu alır. Ulus’un Genel Yayın Müdürü Bülent Ecevit’dir. Haftada bir tam sayfayı mizah sayfası olarak düşündüklerini söyler Balcıoğlu’na, “İlhan Selçuk yazılarını yazacak, siz de karikatürler çizin” önerisinde bulunur. İlhan Selçuk da o ara askerliğini yaptığından yine Ecevit’in önerisi doğrultusunda takma adla yazıp çizmeleri uygun görülür. Gazetenin her hafta verdiği mizah sayfasının adı “Ciddiyet” olur ve tirajı artırır. Ama iktidardaki Demokrat Parti, kendisine karşı muhalefet anlayışını içselleştiremediğinden ünlü Tahkikat Komisyonu’nu kurmuş çalıştırmaktadır. Basının muhalif yazar, çizerleri bu komisyon tarafından sorguya çekilmeye başlanır. Yine bir hafta sonu iznine çıkan Balcıoğlu, Polatlı’daki birliğinden Ankara’ya gelir ve Ulus’a yollanır. Gazeteci dostu Örsan Öymen’in, kendi mürekkebinden çıkmış onlarca karikatürünü çalışma masasına serdiğini ve bir şeyler çizmeye çalıştığını görür.  Aralarında şu konuşma geçer: 

- Ne o, bizim meslek elden mi gidiyor? 

- Örsan Öymen bir kahkaha atar: 

- Ne haddime abi! Tahkikat Komisyonu, gazeteye bir yazı göndererek karikatürleri kimin çizdiğini sordu. Ben de, benim adımı verin, Semih abinin çizdiğini bilirlerse askerliğini yakabilirler, dedim. Bunları neden çizdiğime gelince, belki Komisyon’da bir şeyler çizdirirler, diye elimi alıştırıyorum! 

Yerel yayımlandığı için adını pek bilmediğimiz Kılçık Dergisinde de karikatürleri yayımlanan, şimdi gökyüzünde yıldız İstanbul Beyefendisi Semih Balcıoğlu’na saygı ve özlemlerimizi gönderdikten sonra tıp hekimliğinin yanı sıra Kılçık adlı mizah dergisinin yayımcısı olmasından hareketle Tıp Hekimi Prof. Dr. Yücel Tanyeri’nin defterini, pardon arşivini biraz daha karıştırmanın hoş olacağını düşünüyorum.  

 
Semih Balcı, İnönü ve Karikatürün gücü 

Semih Balcıoğlu, 1952 yılında, Adalet Cimcoz’un Maya Sanat Galerisi’nde bir karikatür sergisi açar. Sergi defterine baktığımızda Sait Faik’ten Behçet Necatigil’e Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Hasan Âli Yücel ve Yusuf Ziya Ortaç’a,  pek çok ünlü adın ziyaretçi olarak gelip gezdiğini görüyoruz. Ziyaretçilerden birisi de Ulusal Kurtuluş Savaşımızın kahramanlarından, devlet adamı İsmet İnönü’dür. İnönü’nün gelmesi sergiye olan ilgiyi artırınca, Adalet Cimcoz, Balcıoğlu’na, 1953 mayısında bir sergi daha açması önerisinde bulunur. Ancak dönemin güçlü siyasetçilerinden milletvekilliği ve bakanlık yapmış olan Demokrat Partili Samet Ağaoğlu, Adalet hanımın eşi Mehmet Ali Cimcoz a, “ Siz o galeriye siyaset soktunuz. Bir daha böyle sergiler açmayın. Paşa’nın Maya Galerisi’nde ne işi var?” deyince sergi açılamaz. 

DP’li siyasetçi Ağaoğlu’nun sözde muhalefet ettiği İnönü, ulusal kahraman olmanın ötesinde, ilerleyen yaşında keman dersleri almış olgun bir kişidir. 

Bu da karikatürün muhalif yapısının gücünü gösteren bir yaşanmışlıktır, diye düşünüyorum.   

CUMHURBAŞKANI KORUTÜRK’ÜN KARİKATÜRE DESTEĞİ 
Bugün inanması güç ama yakın geçmişte karikatür, diğer pek çok sanat dalı gibi devletin değişik katlarından ara ara da olsa büyük destek görmüştür. Bunlardan örnek bir olay şöyle: 

Semih Balcıoğlu, daha sonra Güle Güle İstanbul albümünde toplayacağı İstanbul karikatürlerini, Ankara’da, Kültür Bakanlığı’na bağlı Zafer Çarşısı’ndaki galeride sergiler. Serginin önde gelen ziyaretçileri Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Dışişleri Bakanı Melih Esenbel, Basın Yayın Genel Müdürü Orhan Koloğlu’dur. Cumhurbaşkanı Korutürk, sergi sonrası Dışişleri Bakanı Esenbel’e, sergiyi mutlaka yurtdışına götürün talimatını verir. Balcıoğlu’nun seçimi sonucu sergi,1974 başında Paris’te açılır. 

Devletin sanata desteği üstelik muhalif kimliği sürekli ağır basan karikatüre desteği; şaka gibi değil mi? 

Hasan Pulur ve Kılçık 

Gazete okuru, Hasan Pulur’u uzun yıllar Hürriyet, Milliyet ve Güneş gazetelerindeki “Olaylar ve İnsanlar” başlıklı köşe yazılarından izledi ve onun naif, muhalif aynı zamanda mizah dilinden her zaman keyif aldı. Kendisine ulaştırılan Kılçık dergisini eline alan Hasan Pulur, 2 Eylül 1982 tarihinde, Kılçık’ın Yayın Sorumlusu Yücel Tanyeri’nin Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne şu mektubu gönderir: 

“Sayın Doç. Dr. Yücel Tanyeri 

19 Mayıs Üniv. Tıp Fak. 

SAMSUN 

Fakülteniz öğrencilerinin yıllık geleneksel gülmece dergisi “KILÇIK’ı” aldım. 

Hem nazik mektubunuza, hem de derginiz yayın kuruluna çok teşekkür ederim. 

Derginizi inceleyip, gerektiğinde kaynak göstererek söz etmek umudundayım. 

Bu mektubumla size, gelecek yıl çıkacak “KILÇIK’da” yayımlanmış yazılarımı kullanmanızda hiçbir sakınca olmadığı gibi; sevineceğimi de bildirmek isterim. 

Size meslek hayatınızda başarılar, sağlıklı ve mutlu günler dilerim. 

Saygılarımla, 

Hasan PULUR.” 

Rauf Tamer “birkaç fıkra yolluyorum” 

Döneminin etkin gazetelerinden Tercüman’ın ünlü köşe yazarı Rauf Tamer, Kılçık’tan gelen isteği geri çevirmez ve “konulu birkaç fıkrayı” teşekkürleriyle dergiye iletir. 

Altan Erbulak: “Turneyle Samsun’a gelirsek görüşmek isterim” 

Yine mizah dünyasından tanıdığımız bir ad olan Altan Erbulak, İstanbul’dan, 3 Mart 1982 tarihli mektubunda şunları yazar: 

“Yücel bey; 

Nazik mektubunuzu aldım. Gerçekten çok sevindim. Vaktim olsa daha etraflıca ilgilenirdim. İzin sizin. Dilediğinizce kullanın karikatürümü. Turne nedeniyle Samsun’a gelebilirsek görüşmeyi ve derginizi görmeyi çok arzu ederim. 

 Basıldıktan sonra bir kopyasını da bana yollarsanız çok sevinirim. Başarı dileklerimle. 

 Hoşça kalın. 

 Altan Erbulak.” 

 Prof Dr. Yücel Tanyeri’nin, sorumlu müdürü gözüktüğü mizah dergisi Kılçık’tan hareketle Hocamızın “mizah defterini” karıştırırken karşımıza çıkan diğer önemli bir ad Gazeteci Refik Erduran. Refik Erduran’ın yaşamı aslında başlıbaşına bir roman. Pek bilinmeyen bir yanını şöyle özetleyeyim ki, farklı kimliğinin ipucunu versin. Nâzım Hikmet’i, motoruna bindirip Boğaz’dan hızla hareket ederek; on üç yıl yattığı mapusluk sonrası hapislerde çürümesin ya da askere alınıp da orada öldürülmesin diye yurt dışına kaçıran kişi. Aynı zamanda Şairin baba bir anne ayrı kızkardeşi Melda hanım ile nişanlı olduğundan uzak akrabası. Tüm bunları sıkıntılı 1980 darbe günlerinde, “aramızda kalsın” diyerek bana anlatan ise ayrıldığı eşi gazeteci Leyla Umar. 

Semih Balcıoğlu, 1950 kuşağı karikatürcülerinin çok yetkin işler yaptıklarını belirtirken, Refik Erduran ile birlikte Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Haldun Taner, Aziz Nesin, Selâmi Münir Yurdatap, Halit Kıvanç’ı karikatüre yakın adlar olarak sıralar. 

  Evet bu adlardan Refik Erduran, Kılçık’ı pek beğendiğini mektubunda şu tümcesiyle ifade ediyor: 

  “Derginizin- zaten tıp konularına mizah açısından bakmakta hayli güçlük çeken- İstanbullu bir yazarın katkısı bulunmadan da tam başarıyla yayımlanmış olduğundan kuşkum yok.” 

Aziz Nesin: “Ölmüş Eşek’ten alıntı yapabilirsiniz.”  

Mizah Dünyamızın eskimeyen adı Aziz Nesin ise, Kılçık ekibine gönderdiği 25 Şubat 1982 tarihli mektubunda başarı dileklerini iletirken, “Ölmüş Eşek adlı kitabımdan seçeceğiniz her hangi bölümü “Kılçık” ta kullanabilirsiniz” diye yazar. 

Hürriyet Başyazarı Oktay Ekşi ise Kılçık’ta yazılarının yayımlanabileceğine ilişkin olurunu 25 Şubat 1982 günlü mektubuyla dergi yönetimine iletir. 

Prof. Dr. Atıf Taşpınar ise, “Eğer bizden sual idecek olursan” adlı öykünün Kılçık’ta yayımlanacak olmasından duyduğu memnuniyeti 22 Nisan 1982 tarihli mektupla bildirir. 

Yine 1980’lerin önemli haftalık mizah dergisi Gır Gır, dolayısıyla Yöneticisi Oğuz Aral da Kılçık’tan gelen isteği geri çevirmez ve dergiye destek olur. 

Gazeteci Mete Akyol da iki yazı göndererek Kılçık’ı güçlü kılan ayrı ünlü bir addır. 

Evet, tıp dünyasından Prof. Dr. Yücel Tanyeri’nin “Mizah Defteri” ni karıştırdıkça karşımıza çıkanlar bunlar. 

Ölüm yıldönümü olması nedeniyle Semih Balcıoğlu’ndan hareketle Prof. Dr. Yücel Tanyeri’nin, “Mizah Defteri”ni özgürce karıştırdık ve mutlu olduk. Semih Ağabey ile birlikte o gün Kılçık’a ikirciklenmeden destek veren pek çok ad bugün artık yok. Onları sevgi ve özlemle anarken, “bugün çizgilerinize daha çok gereksinmemiz var” mesajımı gökyüzünde kendilerine iletiyorum. 

Kaynak: LÜTFÜ DAĞTAŞ