Çocukluğum halen yaşamakta olduğum Bornova’da geçti. 63 sokak sakinleri, aile gibiydik biz... Okullara şimdiki gibi servislerle değil, yürüyerek gider, gelirdik. Yol boyunca manavdı, bakkaldı hep tanıdıktı...
Tatiller sokakta günün ilk ışıkları ile başlar, bin bir çeşit oyunla, akşam karanlığına kadar sürerdi. Dizlerdeki kapanmayan yaralar, çocuk olmanın imzasıydı. Düşe kalka, ama en çok da eğlenerek, gülerek yaşadık en masum yaşlarımızı. Anılarımız o yüzden hep güzelliklerle süslü. Şanslı nesildik biz... Ya şimdi... Küçücük bedenlere musallat, iğrenç büyükler var... Öldüren, tecavüz eden, işkenceyle can çekiştiren... Günlerdir Eylül ve Leyla’yı konuşuyoruz. Eylül’ü babasının iş vermediği komşusu boğdu, toprağa gömdü. Maviş Leyla günlerce aç susuz brakıldı, cansız bedeni bir dereye fırlatıldı. Samimiyetsizce ‘unutturmayacağız’ diye bağırıyoruz, bal gibi de unutacağız. Çünkü ateş düştüğü yeri yakıyor. O ikisinin anne ve babasının kalbi acıyor. Her kafadan bir ses çıkıyor. Küçükleri korumak adına kimi ‘hadım’, kimi ‘idam’ diyor. Onun kararını kanun koyucular verir de, kayıpların yaşanmaması için ailelere büyük iş düşüyor. Çocuğunu sokağa salmayacaksın kardeşim! Eğer çıkıyorsa yanında devriye olacaksın. Tek başına konu komşuya da gitmesine izin vermeyeceksin. Adını şimdi hatırlayamadığım bir küçümenin cesedi, komşu kadının sobasının içinden çıkmıştı. Devir çok değişti... Kötüler, kötülükler hiç es vermiyor. Katledilen çocukların cellatlarının, çoğunlukla en yakınları arasından çıktığını unutmayacaksın, ‘ayıp olur’ demeyeceksin, kimseye güvenmeyeceksin. En önemlisi de kızına- oğluna bedenine kimsenin dokunmasına izin vermemeyi öğreteceksin. Sadece geçen yıl 387 çocuk cinsel istismara uğradı. Aynı yıl 20 çocuk öldürüldü. Yazık, günah... Ebeveyn olarak gözünü dört açacaksın.