Konum atsana!

Abone Ol
“nabzı” izlenmiş, internet sayesinde olabildiğince gazete ve “portal” dolaşılmıştır. Frida okşanmış, böyle anlarda çıkardığı gurultu ve mırıltılarla huzur bulunmuştur. İyi ki bizi ve bu evi sahiplenmiştir. Kediler sahiplenilmez, kediler sizi sahiplenir, bunu bilmeyen var mıdır acaba? İlk kahve içilmiş, çaya geçilmiştir. Bostanlı Yalı’da bir sabahtır işte. Yazıyı göndermeye birkaç saat kala, uçsuz bucaksız bir evrende, milyarlarca gezegenin birinde, iki kıtanın buluştuğu bir coğrafyada, dünyanın en kadim denizinin kıyıcığında bir kentin güzel bir semtinde, dört katlı bir evin ikinci katının arka odalarından birinde, harfler harfleri kovalamaya başlamıştır. İç odalarda hayatı paylaşan güzellikler uyumaktadır. Bir çaydanlık, bir kedi, bir adam… Geçen bir uçak, uzaklarda uyanıp eşini çağıran bir kumrunun şarkısı… Hayat, usulca bir geceyi daha arkasında bırakmış, yeni bir güne adım atmıştır. “Konum atsana!” Oldu mu, bu mudur kast edilen?
Asla çözemediğim, bilgisayara daktilo gibi davranmaktan, en akıllısını getirsen ankesörlü telefon muamelesi yapmaktan öteye geçemediğim, iki mail gönderene kadar çevremdekileri çılgına çevirdiğim ve elbette her zaman “cahil” olarak damgalandığım teknoloji, işi nerelere kadar getirmiş! “Konum atsana” diyor işi çok, zamanı kıt muhatabım. Nasıl atayım? “Balıkçı Parkının yanındaki kokoreççideyim, karşıda taksi durağı, solda gözlükçü…” Susturuyor bu işleri ezbere bilen muhatap: “Yahu bırak şimdi babaannem gibi adres tarifini! Konum atsana!”
Ben daha dün, gideceğimiz yerin telefonun birkaç tuşuna basıp kaydedilmesini, sonra da “mekanik sesli kadın”ın “Yüz metre sonra sola dönün, on metre sonra sağa dönün, şimdi dümdüz beş yüz metre ilerleyin” komutunu aval aval dinlemiş, sonra “Geldik işte” sözüyle bir rüyadan uyanmış “cahilin” biriyim. Sen beni bir de, Ada’nın internette neler yaptığını izlerken göreceksin. Bu arada Ada, henüz sekiz yaşında! Bu durum, teknoloji ile şu cahil arasındaki onulmaz çelişkinin derinleşmesi, krizlerden kriz seçme hikâyesidir, hayli trajik ve ondan daha da vahimi komiktir. Ama ben “konum” deyince, başka şeyler düşünmek gerektiğine inanırım.
Teknoloji “Konum at!” deyince adres anlıyor. Oysa “konum” dediğin, bireysel ve toplumsal hayatlar açısından bir yüzleşme, hesaplaşma ve mümkünse temize çekmenin ta kendisidir. Olmalıdır, diye düşünüyorum. Çünkü bildirmek için, her şeyden önce o konumun farkında olmak ve bunu “net” biçimde dillendirebilmek gerekir, değil mi? Bu elbette kolay değil. Ama kimileri de, bu işin hiç de o kadar zor olmadığını düşünüyor.
Güzel olmak yeterlidir örneğin, dün kırıtarak yürürken, bütün başların kendine döndüğünün farkında olan o kız için. Lastiklerini yakarak, caddeyi bir anda babasının malına çevirerek geçen o hayta için, camında “Babam sağ olsun” yazan arabasıdır. Makam mevki sahibi için konum, çevresini saran el ovuşturma kuklalarının sayısıdır. Konum kimi için ihale kapmak, gemisini kurtarmak, bankadaki hesabın kabarıp durmasıdır. Kürsüdür, köşedir, koltuktur, ekrandır. Erktir, cinsiyete yüklenen güçtür, ırktır, kandır, kökendir, dindir. Kimisi için konum, demokrasiyi kullanarak yakaladığın ikbali; demokrasiyi, bilimi, sanatı ve insani her değeri yok etme pahasına ve elden geleni kullanarak korumaktır.
Ama en kötü konum, “konumsuzluk”tur. Konum bilgiyle orantılıdır, konumsuzluksa o bilgiyi neden, niye, kim için kullanıp kullanmadığın hakkında, hiçbir fikrinin olmamasıdır. Yetmez, konumunu belirleyen etiktir, vicdandır, onurdur. Hayat sana “Konumunu at!” dediğinde, bu filtrelerden süzülmüş bir düşünce, duruş, net ve tutarlı dünya görüşü, ondan beslenen teklif ve temenniler sunamıyorsan, onları savunacak ve onurlandıracak bir kişilik gösteremiyorsan, bir büyük boşluk bırakıyorsun demektir. O boşluğun kötülükle, cehaletle, şiddet ve nefretle, yalan ve talanla doldurulmasına göz yumuyor, faşizme ve yobazlığa bilerek ya da bilmeyerek hizmet ediyorsun demektir.
Konum bugünlerde “İnsan” olabilmek ve “Haydi, sen de gel!” diyebilmektir.