Çocuklara yönelik, eğitim ile eğlenceyi bir araya getirecek bir girişimin toplantısında, “değerler eğitimi”ne de yer verileceği söylenince, sormuştum: “Hangi değerlerden söz ediyorsunuz, içini nasıl dolduracak ve hangi yöntemlerle eğitim vereceksiniz?” Bilgilendirmede bulunan şirket yetkilisi, toplantıya katılanların çoğu gibi “Bu nasıl soru?” şaşkınlığıyla, “değerleri” sıralamıştı: “İyilik, yardımlaşma, saygı, sevgi, doğruluk…” Bitirince, sorumu farklı biçimde yinelemiştim: “Kime, neye, hangi dünya görüşüne göre iyilik, saygı, sevgi, doğruluk?” Yetkilinin elbette bunlara dair bir hazırlığı yoktu, yanıtı -sorumdan sıkılanların da yardımıyla- eveleme gevelemeden öteye geçememişti.

Yazılarımı okuyanlar, konuşmalarımı dinleyenler aşinadır, son zamanlarda şu tümceyi çok sık kullanır oldum: “Aynı dili konuşmanız, aynı şeylerden söz ettiğiniz anlamına gelmez.”

Kelam ile meramın birbiriyle çok sıkı bir bağı vardır. Birincisi dile dair egemenliği ve kullanım becerisini; ikincisi o dilin içini dolduran dünya görüşünü, birikimi, deneyimi ve duruşu anlatır. Yalnızca kelama sığınırsanız lafazana, yalnızca merama sığınırsanız derdini bir türlü anlatamayan biçareye dönüşürsünüz. Bu kadarla kalsa, durum sizin kişisel bir sorununuz olurdu. Ama sözünü etmeye çalıştığımız sorun, toplumların, ülkelerin, dahası dünyanın bugününü perişan ederken, geleceği bir karanlığa sürüklemektedir.

Bugün yeryüzüne egemen olanların büyük bir kısmı, kelam ile meramı “her yol mubahtır” ilkesiyle davranarak, yalandan demagojiye, kitle güdülerini okşamadan cehaleti kışkırtmaya, her türlü taktiği kullanma becerisiyle buluşturmaktadır. Ellerine geçirdiği egemenliği, kitlelerin pragmatik isteklerini günübirlik karşılıklarla yanıtlayarak, cehaletin kışkırttığı ön yargılarını körükleyerek, hepsinden önemlisi korkularını yeni korkutmalarla pekiştirerek korumayı ve pekiştirmeyi seçen bir siyaset ve yönetim biçiminden söz ediyoruz.

Bu anlayışın demokrasiyle en küçük ilgisi yoktur, halkların ve coğrafyaların başına ne gibi dertler açtığını merak eden varsa, tarihe bakabilir. Evet, haklısınız, insanlık toplum ve devlet yapılanmasına evrildiği günden bugüne, bu sorunun bin türüyle uğraşarak gelmiştir.

Onlar da “İyilik, dayanışma, yardımlaşma, saygı, sevgi, doğruluk…” gibi değerleri bolca, her kelamın içine sokuşturarak ve herkesten fazla kullanır. Hitler’in “Kavgam”ının hemen her sayfası bu kavramlardan geçilmez. Gerici kanalların her hangi birini açın, sabahtan akşama kadar bu kelamlarla konuşulduğunu görürsünüz. Hangi inançtan olursa olsun, kendilerini karanlık, gizemli dehlizlere çekip, dünyayı biçimlemeye çalışan tarikatların, teşkilatların yazıp çizdiklerine bakın, hepsi her satırda bunlardan söz eder. Ku Klux Klan, Işid, Fetö ya da kendini ırk, din, milliyet vb. argümanlarla tanımlayan herhangi bir kötülük çukurunu açıp bakın, tıka basa bu kavramlarla doludur. Bunca “değere” sahip bu fikir ve teşkilatları biz niye reddediyor, insanlık suçu olarak tanımlıyoruz. Bu bir çelişki değil midir?

“Yine uzun yazmış, en az iki kere okumak gerekiyor” diye yakınanları işitir gibiyim. O zaman derdimi, daha basit bir soruya indirgeyerek açıklamaya çalışayım. Aşk, en güzel insani kelam ve meramdır, değil mi? O zaman, ciyak ciyak höyküren arabeskçinin dilindeki “aşk” ile örneğin Shakespeare’in “Romeo ile Juliet”indeki “aşk” arasında ne gibi bir fark vardır ki, biri üç günde çöpe atılırken, öteki yüzlerce yıldır yaşamaktadır? Çünkü biri kelam ile meramı sıradanlaştırıp, duyguyu ve beklentiyi çöpe çevirirken, öteki insani olanı yüceltmekte ve evrensel bir duyguya ve beklentiye dönüştürmektedir.

Demagogun ve üçkâğıtçının “iyilik, iman, millet, vatan, doğruluk, sevgi…” gibi değerleri “kelama” dönüştürmesi ile çağdaş, laik, demokratik, evrensel insanlık birikimlerine saygılı birinin aynı değerleri kullanması arasındaki fark, Shakespeare’le kasetteki saksağan arasındaki “meram” farkı kadardır. Yineleyelim, aynı dili konuşmanız aynı şeylerden söz ettiğiniz anlamına gelmez. Sorun, size ait olan değerleri, dünya görüşünüzle pekiştirerek, korkmadan “Türkçe ve mertçe” söylemek ve duruşa yansıtmaktır. “Halk böyle istiyor” sözü, sanatta da politikada da vahim bir korkaklık, inançsızlık ve yozlaşmadan başka bir şey değildir.

Kelamda da, meramda da sıkı bir temizliğe ihtiyacımız var. Çünkü çok ama çok kirlendik.