Çocuk kavgalarında birisi bir nesneyi düşürerek ya da bile bile yere fırlatarak kırar ve ötekini parmağıyla göstererek “Bu yaptı!” diye suçlar. Kimi büyükler de gülerek ona inanıyormuş gibi yapar… İşte bu türden açık çelişkiler üstüne kurulu sözcük, deyim, söylem ya da davranış biçimlerine yetişkinler de başvurabiliyor.
“Retorik” ya da Türkçe karşılığıyla “sözbilgisi”nin dağarcığında yer alan eski bir değişmece (mecaz) türüdür bu. Bizde az bilinen yabancı kökenli bir sözcük vardır: “Oksimoron”. Çağdaş dil kuramcılarımız buna “karşıtım” demiş. Ben de başlıkta kullandım.
Birbirinin karşıtı iki kavramı çelişkili bir anlamda birleştiren bu değişmecede; bir nesneyi, bir olguyu, bir kişiyi, vb. kendisine en aykırı bir nitelikle bağdaştıran bir anlatım biçimi söz konusudur. “Süt karası”, “kara aydınlık” gibi çelişkili ve bundan dolayı da çarpıcı gelen imgeler bu türdendir. Kendilerini “imgeci” sınıfına sokan ve ille de anlamsızlığı şiir diline en uygun nitelik sayan ozanlar pek sever bunu. Siyasal kişiler de aynı yola başvurur… Onlardan kimileri var ki nerdeyse bütün söylemlerini çelişkiye dayandırır: Karayı ak, akı kara gösterme hokkabazlığına başvurarak, kendi kötü yanlarını karşıtlarına yüklemeyi başarırlar.
Örneğin Atatürkçü tutumlarını açık seçik dile getirmiş olan Fatih Portakal ve Emin Çölaşan birer “fetöcü” olarak damgalanıyor. Bu çelişkili nitelemeyi nesnel bir yaklaşımla algılayanların anlağında Fatih Portakal ve Emin Çölaşan imgeleri birer “karşıtım”; yandaşların gözündeyse “fetöcü” olarak canlanır. Gerçekte iktidarın “fetö”yü yok etmek gibi bir derdi yok. Bu daha çok bizim derdimiz.
Doğrusu burada ille de bir yanlış anlama söz konusu değildir: Hemen herkes çok iyi bilir ki bu iki aydın “fetöcü” değildir. Öyleymiş gösterilmesi ya da görülmesinin ereği, böylesine çarpık bir nitelemenin gerçekliğinden soyutlanmış bir suç gerekçesi olarak kullanılmasıdır. Yani, neyle suçlanırsa suçlansınlar, bunun doğru olması gerekmez; ille de cezalandırılıp etkisiz kılınmaları istenir.
Mantıktan, vicdandan ve hukuktan bütünüyle yoksun olan bu anlayış AKP ve yandaşlarına Fethullah Gülen örgütlenmesinin kalıtıdır. Çünkü onlar “fetöcü”lerin dinci ideolojisi içinde serpilip güçlenmiştir. Yıllardır askeri şura toplantılarında Fethullahçıların ordudan temizlenmesi kararlarına inatla şerh koyan, sonra da bu temizlemenin yasal dayanaklarını ortadan kaldıran onlardır. Daha önce de birçok kez belirttiğim gibi, AKP ile “fetöcü” arasındaki çekişme dinsel değil, ekonomik paylaşıma dayanmaktadır (Bir kez daha bunun ayrıntılarına girmek istemiyorum). Gerçekten AKP, hiçbir zaman bu örgütün dinci tutumunu ve laiklik karşıtlığını sorgulamış değildir. Varsa yoksa terör suçlamasını öne çıkarıyorlar. Öyle ki belirsiz bir “terör” kavramı her niyete yenen ve yedirilen bir muz olarak kullanılmaktadır.
Sonuçta Fethullah Gülen’le boy boy çekilmiş fotoğrafları bir yana; nice yolsuzluk görüntüleri, birbiriyle çelişen eski ve yeni konuşmaları, vb. ortaya dökülen nice AKP’li çıkıyor, Atatürkçü tutumlarını ve “fetö”ye yönelik kaygılarını yaşamları boyunca haykırmış olan gazetecileri, parti üyelerini ve aydınları “fetöcü” olarak suçlayabiliyor! Şımarık yumurcağın herkesin önünde kendi yaptığını, “Bu yaptı” diye başkasının üstüne yıkması gibi! Daha kötüsü, yandaşlarıyla birlikte, bu yöntemi daha da abartarak, hakaret ve tehdit dolu haber ve ileti furyasıyla sürekli saldırı konumunda kalarak güçleniyor, muhalif kesimlerse hep savunmada kalarak yıpranıyor.
Oysa saldırı muhalefetin, savunma da iktidarın olmalı!