Kara Veba, temel olarak Yersinia pestis adı verilen bir bakterinin neden olduğu bir hastalıktır. Bakteri genellikle kemirgenlerde yaşar ve sıçanların üzerindeki pireler aracılığıyla insanlara geçer. Enfekte bir pire, bir insanı ısırdığında bakteriyi kan dolaşımına aktarır. Ayrıca, hastalığın bazı formları doğrudan damlacık yoluyla insandan insana da bulaşabilir. Hastalığın Asya'nın steplerinden çıktığı ve İpek Yolu ticaret yolları üzerinden Kırım Yarımadası'na ulaştığı düşünülmektedir. Buradan da Ceneviz ticaret gemileriyle 1347'de Avrupa'ya yayıldı. Avrupa'da en yıkıcı etkisi 1347 ile 1351 yılları arasında yaşanmıştır. Bubonik Veba en yaygın görülen formdur. Belirtileri arasında yüksek ateş, titreme, kusma ve en karakteristik olarak da "buboes" adı verilen şişmiş ve ağrılı lenf düğümleri bulunur. Tedavi edilmezse ölüm oranı çok yüksektir. Septisemik Veba bakterinin doğrudan kan dolaşımına yayılmasıyla oluşur. Sıklıkla cilt altında kanamaya neden olur, bu da deride morarmalara ve kararmalara yol açar; hastalığa "Kara Veba" adının verilmesinin bir nedeni de budur. Antibiyotik öncesi dönemde neredeyse %100 ölümcüldü. Pnömonik Veba ise Akciğerleri enfekte eden vebanın en nadir, ancak en bulaşıcı formudur. Öksürme yoluyla damlacıklarla insandan insana hızla yayılabilir.
Salgınla mücadele eden figürler arasında en akılda kalıcı ve ürkütücü olanı, şüphesiz Veba Doktorlarıdır. Kostüm, o dönemin yaygın tıbbi inancı olan Miasma Teorisine dayanıyordu ve doktoru bu zehirli havadan korumayı amaçlıyordu. Kostümün en ayırt edici parçasıdır. Yaklaşık yarım metre uzunluğundaki bu gaga kısmıdır. kokulu otlar, baharatlar, theriac ve parfümlerle doldurulurdu. Amaç, kötü kokuları filtreleyerek "zehirli havayı" temizlemek ve doktoru enfeksiyondan korumaktı. Doktorun tüm vücudunu kapatan, ayak bileklerine kadar uzanan ve genellikle kalın balmumu veya yağla kaplanmış ağır bir deriden yapılırdı. Bu, bit veya pirelerin giysinin içine girmesini önlemek için tasarlanmıştı. Boynu kapatan bir şapka, eldivenler ve çizmeler de cilalanmış deriden yapılırdı. Deri, sıvı ve damlacıkların emilimini engellemeyi amaçlıyordu. Doktorlar, hastaya dokunmaktan kaçınmak için uzun bir tahta sopa taşırlardı. Bu sopa, hastayı incelemek, kıyafetlerini hareket ettirmek veya hastaları kendilerinden uzak tutmak gibi pratik işlevlere sahipti. Veba doktorunun bu garip kıyafeti, halk için yaklaşan ölümün ürkütücü bir simgesi haline gelmişti. Ancak Kara Veba'nın en yıkıcı olduğu 14. yüzyılda bu ikonik kıyafetler henüz mevcut değildi. Bu kostüm, veba salgınlarının Avrupa'da tekrarlandığı 17. yüzyılda, özellikle Fransa Kralı XIII. Louis'in başhekimi Charles de Lorme tarafından tasarlanmıştır. Bugün biliyoruz ki, bakteri yayılımını engellemekte nispeten etkisiz olsa da, tam vücudu kapatan yapısıyla o zamanlar bir miktar fiziksel bariyer sağlıyordu.
Yaklaşık yedi yüz yıl önce, 14. yüzyılın ortalarında, Avrupa ve Asya'yı kasıp kavuran Kara Veba bir nesil içinde Avrupa nüfusunun tahmini üçte biri, bazı bölgelerde ise yarısından fazlası yok etti. Asya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'daki kayıplarla birlikte toplam küresel ölü sayısı 75 ila 200 milyon arasında tahmin edilmektedir. Veba, sadece insanları öldürmedi; yüzyıllardır süregelen sosyal ve ekonomik düzeni de parçaladı. Feodal sistemin en önemli dayanağı olan işgücü aniden inanılmaz derecede değerli hale geldi. Ölümün ardından topraklar boş kaldı, tarlaları işleyecek kimse yoktu. Hayatta kalan köylüler ve işçiler, daha iyi ücretler ve daha iyi yaşam koşulları talep etme gücünü buldular. Yüksek sınıflar, işçi sınıfının gücü karşısında geri adım atmak zorunda kaldı. Bu durum, ekonomik olarak zayıf olanların pazarlık gücünü artıran ve modern anlamdaki ücretli işgücü kavramının doğuşunu hızlandıran devrimci bir değişimdi.
Kara Ölüm döneminde, insanlar dehşet verici bilinmezlikle karşı karşıyaydılar. Salgını Tanrı'nın gazabı olarak görenler, "Kendi kendini kırbaçlayanlar" gibi hareketler ortaya çıkarıp günah çıkarma ritüellerine yöneldi. Öte yandan, kokuşmuş hava, kötü ruhlar gibi saçma açıklamalarla mücadele eden dönemin az sayıdaki hekimi, bilimsel gözlemin ilk adımlarını atmaya çalışıyordu. Bu kriz, kilisenin ve geleneksel otoritenin sorgulanmasına neden oldu. Eğer bu kadar çok dindar insan ölüyorsa, kilisenin gücü ne işe yarıyordu? Bu sorgulama, daha sonra Rönesans ve Reform hareketlerinin filizlenmesine zemin hazırlayan, bireyin ve aklın ön plana çıkışını tetikledi.