Güvendiğim bir adam Prof. Dr. Emre Alkin

Pandemiyi değerlendiriyordu.

“At koşarken tımar edilmez” dedi.

“Şimdi hayat durdu. At durdu. Tımar saati.”

Hayatın ya da rezil sömürü düzeninin  rezil koşuşturmacası içerisinde ömrün nasıl tükendiğini anladık.

Sokağa çıkamadığımız günlerde, boş sokaklara manzaralı balkonda; yediğin kadar kazığın,

yaptığın kadar hatanın hesaplaşması  ile yüz yüze gelmenin fırsatı oldu belki de…

Kimi aynı hırsıyla kaldığı yerden devam etti balkondaki hayallerine…

Hırs, tezgah, üç kağıt, nasıl  çalarım, nasıl kaparım, nasıl yatarım, nasıl kalkarım?

Oysa saniyenin binde biri kadar zaman yeter ölmek için…

Çünkü ölmek için yaşar insan oğlu, hiç ölmeyeceğini zannederek…

Dört yılı aşkın, bana verilmiş bu şerefli alanda,  anlatmaya çalıştığım da bu zaten…

Nasıl geçtiği anlaşılmayan bir hayat içerisinde, iz bırakmak aslı, özü… Ama iyi ama kötü… 

“Cennet de cehennem de burada” dediğim tam da bu…

…..

Biraz ara verdim yazmaya…

Zaten gazete okumanın bizim gibi tarihi eserlere düştüğü bir dönemdeyiz.

Matbaadan çıkmış gazetenin kokusu, şarjı biten elektronik devrelere bıraktı yerini…

Yorgunluk bir de üstüne…

Yılların yorgunluğu… At durdu, tımar saati başladı ve çıktı hepsi üst üste…

“Tamam bu kadar, kaptık defteri” dedim aslında…

“Yaz yaz yaz nereye kadar? Zaten kimsenin gazete okuduğu yok.”

“Sen mi düzelteceksin dünyayı?”

….

Evde uzanmış tembelliğin keyfini yaşıyorum.

Ne güzelmiş telefon tacizi almadan upuzun oturmak…

Telefon çaldı zıpladım… Laf aramızda “Kim bu şimdi yahu” diyerek “Seçkin’ciğim nasılsın” dedi.

Ses, Kemal Baysak’a aitti…

Saygı içten gelecek işte. 

Bir an ayakta, sanki makamındaymış gibi saygıyla hareket ettiğimi fark ettim.

Hoş beşten sonra konuya girdi.

“Neden yazmıyorsun? Hayırdır?” dedi.

“Yoruldum abi” dedim. 

“Ama her pazartesi okuyordum  ben seni, merak ettim” dedi.

“Hadi bakalım, dinlendiysen  al kalemi eline, başka bir sorun yok dimi?” dedi.

Adım gibi eminim, işsiz kalıp kalmadığımı da merak etmişti…

Kemal Baysak’ı burada anlatamam.

Bu dünyaya iyilik, güzellik, insanoğluna yardımlaşmayı, insanlığı öğretmeye gelmiş bir adam.

Bosna Hersek’te Cumhurbaşkanlığı konutuna elini kolunu sallayarak,

Bakkala girer gibi girdiğini, bakkaldan Cumhurbaşkanı’na herkesin ayağa kalkıp, önünü iliklediğini görmüş, yaşamış bir insanım.

Üstelik sıfırdı makamı... Sadece Kemal Baysak, o kadar…

Söz verdim. “Tamam abi söz. Kendimi iyi hisseder hissetmez başlıyorum.” 

Aradan 1 ay geçmemiştir tahminim…

Sabah lanet olası sosyal medyayı “Ölüm haberi” ile açtım…

Babam ölmüş gibi ağladım…

Cenazeye gittim Bostanlı’ya…

Pandemiye rağmen, sağcısı solcusu, zengini fakiri, Türk bayrağı Bosna bayrağı, eşeği, insanı aynı safta durdu, kimisi göz yaşlarıyla uğurladı…

Uzun yıllar oldu, bu içerikte bir birliktelik görmedim.

Çünkü partiler üstü olmayı, kavgalar üstü olmayı, kaprisler, üçkağıtlar üstü olmayı; insan olmayı, adam olmayı, işte o kutsal kitapların tamamında tarif edilen, şifrelerin gereğini yapmayı;  insan olmayı becermişti…

Belediyede yetkili bir kardeşimi gördüm. “Bu adamın heykelini dikin bir yere “dedim.

Bence kuşaklar tanımalı, bence torunları onunla ömürler boyu gurur duymalıydı…

….

Dahası var yazının ama, elimin ayarı kaçtı, uzadı…

20-25 yıl kenti yönetmiş bir adamın şimdi trilyonluk irtikap davalarıyla uğraştığını, iki insan arasındaki hayata bakış felsefesini yazacaktım, Kemal abi…

Bak oradan tuttun elimi…

“Dünya iyilik ve dua ile dönüyor” dediğini duydu ruhum…

Allah sana en güzel yerini bahşetsin cennetin.

İyi ki seninle aynı kuşakta yaşamış, seni tanımışım…

At koşarken, yanılıp içine düştüğümüz kaosta, elini öpemediğim her bayram için, kendimi affetmeyeceğim.

Rahat uyu kalbimizde koskocaman bir heykelin var…

***

Yap- işlet-ittiret…

Bu ilçe belediyeler işin ucunu iyice bıraktı.

Başarısızlar ordusu.

Pandeminin  arkasına saklanıp duruyorlar.

Bir kazma vuran, bir ek bir şey yapayım diyen de yok.

Hadi geçtik yapmayı, var olanı bir kontrol edeyim, bi temizleyeyim , toparlayayım  da yok.

Bayraklı ‘da yaşıyorum.

Kimi parklar Büyükşehir yapımı.

Aziz Kocaoğlu zamanında yapıldı.

Gelin görün ki, elleyen, kontrol eden bakan eden yok.

Örnek vereyim;

Fethi Sekin Parkı'nın arkasında uzun tartan pistli bir park var.

On kere dolandım, adını gösteren bir tabela da bulamadım.

Milyonluk tartan pist rezalet bir halde.

Delik deşik pislik içinde…

“Yap işlet ittiret” zihniyeti demek ki…

Sosyal medya belediyecileri…

Hadi oradan…

***

Onursuzluğun bedeli

Maliye Bakanı  Berat Albayrak, istifa ettiydi ya…

Hani geniş yandaş, basın kuruluşları saatlerce haberi bile giremedi.

Zavallılığın tavanına çıktıydı ya...

Hah aynısı İzmir’de  Menemen olayında  oldu…

Kafayı kuma gömdü bir kısım yeni medya…

3 bin lirayı bulup kendine internette mecra yaratan, üç dakika da kartvizitine  genel yayın yönetmeni yazdıran, gazete sahibi, imtiyaz sahibi dedirten arkadaşlar türedi ya…

Bunların bazıları belediyelerden geçiniyor…

Ayda 2 bin, bin 500, 500… Türk lirası ilan alıyorlar.

Tamam belediyeler küçük basını desteklesin de, onursuzluğun lüzumu yok.

Belediye başkanı irtikaptan tutuklanmış, yanında adamlarını da yakmış,

Yorum falan istemiyoruz…

Nasıl olur da bu haberi giremezler?

Nasıl olur da sayfalarında uzun süre yer veremezler…

Kaç para bu onursuzluğun bedeli?

Yuh.

***

Medya maymunu

Menemen’deki olaya Cumhurbaşkanı bile şaşırdı.

CHP mecliste 3 farkla önde olmasına rağmen, sonuç  berabere çıktı.

Üç kişi CHP’yi partisini sattı.

Başkanlık kura ile AKP’ye geçti.

Sorgulamanın bir çok yöntemi var.

Bu üç arkadaşı bulup kapının önüne koymayan, CHP yöneticisi falan değildir.

Ağırını söyleyeyim; medya maymunudur.

Partici falan değilim.

Bunlar partilerine ne yaptıysa yaptılar. Benim bileceğim iş değil.

Ama sattıkları oylar CHP'li vatandaşların oyları.

Hesabını sormayan çeksin gitsin…

***

DELİ ZİYA 

“Taksitle aldığım televizyondan Acun’un zenginliğini izlemekle meşgulüm.”