“Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” sözünü bilirsiniz? Ama artık kalmadı “bir fincan kahve de” 40 yıl hatırı da. Sağ olsun iktidar, ne diyelim?

Yahu kaç para oldu 100 gram kahve?

Dolar gibi maşallah, 13, 14, 15… durmadan artıyor. Ha kahve zamlanıyor da, ekmek, et, kıyma, süt, peynir durur mu? Marketler etiket değiştirmek için yetişemiyor. Yakında bu marketler bir gün satış yapıp diğer gün müşteriye kapanıp etiket değiştirirler artık demedi demeyin!

Gelelim memleketin hali pürmelaline.

Anlamadığım şu, ülkemin paraya ihtiyacı varsa, dolara ihtiyacı varsa neden bunca yıldır “kaymakla” beslenen “seçkinler” ellerini ceplerine atmıyor? Neden yükü hep işçi, memur, emekli çekiyor? Devir devran değişiyor ama memleketin kaderi hep aynı. 1960, 70, 80, 90 hep “kemer sıkalım vatandaş” nutukları çekildi ama bir tek politikacının, eşi ve akrabalarıyla “kilo verdiği” görülmedi. Banka hortumlayanların Sultan Ahmet avlusunda “dilendikleri” görülmedi. Lakin esnafın yazar kasa fırlatmasından intiharına, cinnetlerden iflaslara, kepenk indirmelerden aile içi şiddetin artmasına her sıkıntıyı “fakir fukara, garip guraba” yaşadı hep.

Her gün ekranlarda siyaset erbabı başta olmak üzere “Hacivat Karagöz” atışması gibi “ekonomi” beyanatları dinliyoruz. Bazılarına “helal olsun” derken bazılarına da “yuh artık pes” tepkisi veriyoruz. Peki, ne oluyor sonra? Değişen, düzelen ne var hayatımızda?

Kahvenin yüz gramı 15 lira olmuş, kıyma 95 lira ama havaya giriyoruz “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diye. Milletin birer ferdiyiz ama cebimize giren para “asgari ücret”. Nerede görülmüş yahu asılın vekilinden “az” aldığı? Günlerdir ciddi ciddi “asgari ücret” bekleniyor.

Kaç para olsun peki? 4 bin mi 5 bin mi?

Yine geldik mi o söze? “ağalar bizimle eğleniyor herhal!” Asgari ücreti belirleyecek olanlar mesela, bu pahalılığı bilseler bile gerçekten yaşıyorlar mı? Yaşamıyorlar tabii, yaşasalar 4 binin de 5 binin de bu bedeli artan yaşama yetmeyeceğini bilirler.

Dedim yine diyorum, Cumhurbaşkanı hazretleri çağırsa sarayına o meşhur beş altı müteahhiti, vallahi de billahi de ekonomi düze çıkar hatta asgari ücret 15 bin lira bile olur. Bir de şu otomobil, uçak, yat, kat, plaza, residence, AVM düşkünlerine iki kere “eyyyyy” dese, belki bazı giderler bedava bile sağlanır.

Kriz mriz yaşamıyoruz, yalan doruğa çıkmış farkında değiliz. Onca konut inşaatı yapılıyor, peki kim alıyor bu milyonluk evleri? Bir yanda “çoğunluk” bir fincan kahvenin hatırını unutmak üzere, bir yandan bir garip yerli yabancı azınlık milyonluk evi alırken “cappuccino” içme derdinde. Yani “biri yer, milyonlar bakar, acaba kıymet ne zaman kopar?”

Kayıp kaçağı, yalan, dolanı talanı engellemediği sürece üst iradeler, gittiğimiz yol yol değil söylemedi demeyin!

Şimdi ciddi ciddi ve samimice sorayım, gerçekten bana bir fincan kahve ikram edecek var mı aranızda?

***

KAHVEYE BEKLİYORUM SAYIN BAKAN

“Kahveden” gidiyoruz bugün… Bir yılı aşkın zamandır 30 Ekim depremi ve sonrasıyla ilgili birçok yazı yazdım. Bilinenleri, söylenenleri ya da beyanatlarla şovları da yazmadım.

Her satırı, başta hükumet ve partisini, Vali Beyimi, bazı belediye başkanlarını, milletvekillerinin neredeyse tümünü ve de inşaat âleminin alayını rahatsız edecek yazılardı. Depremden sonra da özellikle hafriyat, inşaat ve imalat konularında dikkatimi ve tepkimi çeken, depremle kentsel dönüşüm gerekliliğini karıştıran rant gruplarını yazmaya, dikkat çekmeye çalıştım. Bir tane yalanlama ya da tekzip yaşamadım ama esrarengiz tiplerin gece gündüz evimin fotoğraflamalarını, mahallemde takip edilmemi, dolaylı mesajlarla tehditleri şu an bile yaşıyorum. En son Cumhurbaşkanı’nın getirilip, sözde anahtar teslimi şovuna da tepki gösterdim, göstermeye devam edeceğim. Yılmaz Erbek Apartmanı rezaletini de yazdım, bitmeyen inşaatların tartışmalı durumlarını da. Kura çekimlerindeki saçmalıkları da yazdım, rezerv konutların gizemlerini de.

Şimdilerde Şehircilik Bakanlığı ile TOKİ, proje alanlarında açtıkları ofislerle, kentsel dönüşüme de el attılar. İyi yaptılar ama bu durum pek çok cevapsız soruyu da yarattılar. Şu anda kimse farkında değil ama Bayraklı’da yeni tartışma süreci başladı.

Ayrıntıları sonraya bırakıp muhterem Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum beyefendiye iki çift kelam edeyim. Genç Bakan Kurum, aslında yüzüne de yakışan çatık kaşlarıyla farklı bir siyasetçi. Doğru, gerçekçi havası var ama sanırım “kılavuzları” sıkıntılı. “Yayın yoluyla” Sayın Bakanı “baş başa” kahve içmeye davet ediyorum. İzmir’e geldiğinde cevabını bekleyeceğim. Bakalım Bakan bey için halk mı önemli rant mı?

40 yıl hatır boşa atılmaz her halde değil mi?

***

100. YIL GELDİ GELİYOR!

Aralık ayını da ortaladık. 23 Aralık “Asteğmen Kubilay’ın” şehadetinin yıldönümü. Emperyalizmin her zaman ve kolayca emrinde olan yobazlığın, cehaletin şehit ettiği Kubilay’ı bakalım bu yıl nasıl anacağız. Ben çok özel bir toplantıda olacağım o gün.

Ama gelecek olan 2022 ve 2023 çok özel iki yıl. 2022 evrensel emperyalizmi mağlup edip, İzmir’i geri alarak Cumhuriyet’e giden yolu temizlediğimiz yılın 100. 2023 ise 2022’nin dinamizmde kurulan Cumhuriyet’in 100. yaşı.

Duyuyorum ki pek çok etkinlikler planlanıyor. Valilik, belediyeler, sivil ve meslek kuruluşları, üniversiteler hep bir çaba içinde. Şimdiden uyarayım. Özellikle 2022 İzmir için, aslında Türkiye için çok önemli. “Resmi tarih” masallarını bir yana bırakıp, özellikle emperyalizmin hedeflediği düşmanlıklara ve sonuçlarına odaklanalım. İzmir 1922 öncesiyle yatırılmalı masaya. Sadece Hasan Tahsin değil Süleyman Fethi Bey ve 15 Mayıs şehitlerinin tümü, birbirinden üstünleştirilmeden, ayrılmadan, yok sayılmadan onurlandırılmalı. 1922 yangınını “kim yaktı” tuzağına düşmeden, “neden sonuç” ilişkisiyle tartışmalıyız. O yangında varlığı kesin olan “Kraliçe parmağını” artık haykırma zamanı geldi. Ve “kurtuluşun 100. yılında” bazı “kapakları da” açmalıyız. Çünkü İzmir’in “kimliğinin” yara almaya başladığı süreç ne yazık ki 1922 6 Eylül’ünde başladı. Bazı “gerçekleri” konuşalım ve yüzleşelim artık!

Aslında 2022, gerçek olan gerçeklerin ortaya çıkarılma yılı olmalı. Tam 100 yıldır bize zorla “kahraman” diye dayatılan “bazılarını” ve üzeri örtülmeye çalışılan “kahramanları” da konuşmamız gerekir. Mesela İzmir’in “kahramanları” arasında önce İngiliz sonra da İtalyan hayranları var mıydı?

1 Ocak 2022-31 Aralık 2022… Bakalım ortalığı nasıl ısıtacağım… Şu “aidiyet” dosyalarını açma zamanı geliyor baylar bayanlar… Bakalım şu hep “yok sayılan” kadim mahallelerden ne sesler çıkacak?